Wednesday, September 21, 2011

Atlanta Atlanmaz.

Cile ceke ceke, Amerika geze geze bitmez. Ama ben elimden gelenin en iyisini yapmadan rahat edemeyen bir tipim. O yuzden sevgilimi taktim koluma, yine dustuk yollara.

Atlanta'dayiz bu sefer.

Amerika'nin filmler, diziler, sarkilar, kitaplar vs vs yollarla beynimize islemeye calismadigi nadir sehirlerden biri oldugunu dusunuyorum cunku gitmeden once kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayim bir turlu gercege yakin bir imaj cizemedim kafamda. Hatta o kadar yanlis anlamisim ki bu sehri gidince soktan soka girdim.

Guneye yakin olmasi sebebiyle benim hayalimdeki Atlanta siyahi nufusun yuksek, egitim ve kalkinma seviyelerininse dusuk oldugu bir sehirdi.

Ancak bu kadar yanilabilirdim.

Her seyden once Atlanta kucuk bir sehir falan degil. Onlar da kendi caplarinda Amerika'daki gokdelen dikme yarisina katilmis, kazanamamis belki ama ilk 10'a girmis. ABD'nin 9. buyuk sehri olmus.

Nufus hic de benim sandigim gibi degil, iki renkten sehir sakinleri esit sayida ve kol kola.

Kol mol demisken, Coca Cola'nin da dogum yeriymis Atlanta. Her zaman sessizlerden korkmali zaten! Hakkinda filmler cekilmiyor, kitaplar yazilmiyor ardi ardina belki ama Amerika'nin istisnasiz butun ulkelerde satmayi basardigi; sayesinde dunyayi ele gecirdigi o mucizevi icat buradan cikmis demek ki.

Mr. Cola! Ozellikle de agir kumpirlerin, yagli yagli pizzalarin, hamburgerlerin yanina cok yakisan diyet versiyon; sayende 4-5 milyar insan kendini ince hissediyor. Saygilar.

Neyse devam edelim. Cola, gokdelenler dedik. Dunyanin en uzun 56. binasi olan Bank of America binasi da bu sehirde. Gerci dunya ilk onundan pek cok bina kendi yasadigim sehirdeyken niye 56. beni bu kadar heyecanlandirdi bilemiyorum. Yapi uzaktan bakinca gercekten pek bir sirindi o yuzden herhalde.


Genel anlamda sehir temiz, bakimli ve davetkar. Fiziksel olarak pek cok buyuk Amerikan sehriyle ayni kaliba sigdirilabilir. Sanat ve tarih muzeleri, parklari, tarihi tiyatrolari, unlu restoranlari, gokdelen tepesinde donen barlari, alis veris merkezleri, akvaryumu (dunyanin en buyugu) vs ile tam bir Amerikan sehri. Tek eksigi New York ya da San Francisco'da sizi tokatlarcasina carpan o basinabuyrukluk! Tatlar, kokular, cigliklar, renkler, kargasa icinde huzur; bunlari ozellikle hayatinizda isteyen bir tipseniz Atlanta'da aradiginizi bulamayacaksiniz. 

Yok aman diyeyim koku moku istemem diyorsaniz ilk ucaga atlayin, dogru Atlanta'ya! Sanki tasinsaniz rahat, duzenli ve mukemmel bir hayat yasayacaksiniz izlenimi birakiyor insanda. Ustune ustluk super ucuz. Emlak canavari olarak derhal yerel halkla temaslarda bulunup, neredeyse bilimsel gecerlilikte bir sunum yapacak kadar bilgi topladim. Sehrin en pahali evi -tam bir malikane- $1 milyon degerinde. Yani New York'ta guzelce bir mahallede, orta buyuklukte (bize gore kucuk), belki manzarali belki de degil bir apartman dairesi.

Simdi uzuleyim mi sevineyim mi, ne hissedeyim tam bilemiyorum. Artik siz yorumlayin durumu. Ozetle "Amerikan Ruyasi"ni gerceklestirmek icin mukemmel sehir. Ama bana bu kenti sevdiren taraf ruyalar muyalar degil.

Duyarlilik.

Son derece bilincli ve acikfikirli bir sehir burasi. Inanamiyorum. Ben kendimi sokak cetelerini ve agir, baharatli zenci mutfagini kesfetmeye gidiyorum sanirken bir baktim Avrupa ulkelerini utandiracak seviyede esitlikci ve birey haklarina saygili bir ileri demokrasi sehrindeyim.

Boyle dusunmemin pek cok sebebi var ama ben ozellikle bir tanesini sizlerle paylasmak istiyorum.

Bu bir gosteri. Gosteri kelimesi yetersiz kaliyor gerci. Daha cok deneyimsel bir simulasyon diyelim.

Dialog in the Dark. 
http://www.dialogtickets.com/

Nedir, nasil hissettirir herkese gore degisecek, son derece kisisel bir deneyim bu ama ben yine de kendi "gozumden" anlatmaya calisayim.

Bilet alip, iceri girdikten sonra uzerimizde isiga sebep olabilecek saat, telefon gibi her turlu esyayi kilitli bir dolaba kaldiriyoruz. Gosteriye katilmaya haziriz. Ne beklememiz gerektiginden pek emin degiliz. Konuyla ilgili genel bir fikrimiz var sadece ama ne yasayacagimiz, neler hissedecegimiz mechul.

Gorevli geliyor ve 10 kisiyi tek bir grup halinde siraya dizip, her birimizin eline birer degnek veriyor. Ben heyecandan en ondeyim.

Buyuk hata.

Hep beraber simsiyah bir odaya aliniyoruz. Uzerine oturmamiz icin tam bizim sayimiz kadar kup var. Hem oturak hem lamba, yumusak yumusak karanlik odayi aydinlatiyor kupler. Gorevli ortamiza gecip, anlatmaya basliyor. Iceride siki sikiya uymamiz istenilen kurallar var. Kadinin sesi hem sakin hem de bir o kadar otoriter. O anlatirken farkediyorum, kupler yavastan kararmaya basliyor. Odaya giderek artan bir siyahlik hakim oluyor ve kadinin son cumlesiyle beraber her yer zifiri karanliga burunuyor.

Gozlerim alisamiyor, ay dur neredeyim ben diye bocalarken gur mu gur bir erkek sesiyle irkiliyoruz. Gorevli kadin gitmis, yerine rehberimiz gelmis. Ismi Cowboy. 

Cowboy kör.

Bizden ayaga kalkip sirayla onunden gecmemizi ve gecerken de ismimizi soylememizi istiyor. Bu kisimda fena degilim, zar zor da olsa sesini takip ederek nerede oldugunu buluyorum ve onunden adimi soyleyerek geciyorum. O ana kadar onunla tek birebir iletisimim bu. Sadece adimi soyluyorum ve taniyor artik beni. Ne zaman, nerede oldugumu biliyor.

Iceri giriyoruz. Degisik odalardan gececegiz ve tam 1 saat boyunca dunyaya kör bir insan olarak bakacagiz.

Ilk odada bir orman yaratilmis. Yerler yumusak. Hava serin ve ruzgarli. Kokular, sesler hepsi uzerimizde bir ormandaymisiz hissi yaratiyor. En onemli arac sesimiz. Yonumuzu bulmak icin surekli birbirimizle konusmak zorundayiz ama biz daha o kadar acemi bir grup koruz ki panige kapiliyoruz. 

Degnekler birbirine ve hatta birbirimize carpiyor surekli. Yavas ve sakince yapmamiz beklenen tum hareketler aceleci, panik ve korku icinde yapiliyor. Cowboy kimsenin elinden tutup saga sola yonlendirmiyor. Sadece surekli konusuyor ve sarki soyluyor. Sesi de pek guzel ama o sirada onu takdir edecek halde degiliz hicbirimiz.

Ben son derece tirsmis durumdayim. Etrafimda surekli acele icinde yonunu bulmaya calisan, konusmak yerine bagirip cagiran iri Amerikalilar; yavas yavas saga sola hareket etmek istesem bile beni geri itiyorlar. Sinirim bozulmaya basliyor. Gozlerim portlemis durumda ama hicbir bok goremiyorum.  Etrafim panik icinde yabancilarla cevrili bir halde, issiz bir ormandayim. Harika!

Pes edip hile yapiyorum. Sevgilime yapisiyorum. O ne tarafa yonelirse ben de o tarafa gitmeye calisiyorum ama nerdeyiz goremedigimiz icin o ilerleyebilirken ben kocaman bir duvarin arkasinda kalabiliyorum ya da aramiza bir degnek sokuluyor ve ister istemez ondan uzaklasmak zorunda kaliyorum. Ayrica basamaklar var. Yokuslar var. Ayagim bir anda bosluga denk gelebiliyor.

Tam bir kabus.

Sanirim baslangic carpici olsun istemisler ve kesinlikle basarmislar. Ormandan cikmayi becerdikten sonra kendimizi bir super markette buluyoruz. Isi normallesiyor. Ruzgar duruyor, kuslar susuyor. Yumusak toprak zeminin yerine sert kayganca bir zemin geliyor. Raflar var. Her taraf raf. Cowboy raflarda duran urunleri elimize alip ne olduklarini soylememizi istiyor.

Ben elimde bir makarna kutusu tuttugumu soyluyorum. Pirinc olmadigini nereden biliyorsun Duygu diyor. (Evet benim kim oldugumu cok iyi biliyor.) Sonra elmalari, cilekleri, cikolatalari koklayarak tanimaya calisiyoruz. Daha rahatiz artik. Herkes elindekinin ne oldugunu anlamakla mesgul. Bagiris, cagiris, ilk andaki panik azalmis durumda. Alisverisin sonuna geliyoruz, normalde sirada odeme fasli var diyor Cowboy ama elmayla armutu zar zor birbirinden ayiran bu 10 kisilik acemi âma grubundan beklentisi epey dusuk oldugu icin hic kasmiyor bile. Marketten ayriliyoruz. Bir marinaya gidip biraz denizde turlamak icin oradan bir tekneye binecegiz ama marinayla market arasinda bir otoyol var; karsidan karsiya gecmemiz gerekiyor.

Arabalardan meydana gelen bu orman bastaki gerceginden de beter. Kisitli bir suremiz var ve 10 kisiyiz. Hep birlikte karsidan karsiya gecmemiz gerek. Basaramiyoruz elbette. Sagdan soldan araba sesleri geliyor vizir vizir!! Cowboy bagiriyor. "Cabukk!! Cabukk!!" ve kacinilmaz gerceklesiyor. Birimize araba carpiyor. Oracikta can vermesi gereken acemi âma, sadece derin bir nefes veriyor.

Tekneye ulasiyoruz. Resmen sallana sallana yol aliyor teknemiz. Martilar, hafif bir meltem, deniz kokusu, hepsi sasirtici derecede gercek. Biraz rahatliyoruz denizde. Grupca keyfimiz yerine geliyor, az once yasanan trajediyi unutmayi basariyoruz ama sonsuzluga uzanan denizin mavisi ve ona karisan gok olmadan ne tekne ayni tekne ne de deniz ayni deniz.

Tur bitince son duragimiz olan bara geciyoruz. Canli muzik dinleyecegiz ama daha bastan bitkiniz. Oturacagimiz masaya yerlesmek bile bir iskence. Birbirimizin ayagina basiyoruz, ustune ya da hepten yanlis bir masaya oturuyoruz. Keyif almak amacli gittimiz bar bizi daha beter sikintiya sokuyor.

Bar deneyiminin de sonunda Cowboy simulasyona son veriyor. Artik gercek hayattayiz ama isiklar yanmiyor. Hep bir arada sohbet ederek karanlikta ona sorular sormaya basliyoruz.

Omrum boyunca hepi topi 1 saat "gordugum" bu adamla aramda son derece duygu yuklu bir bag olusuyor.

Sonradan kor olmus. Bir trafik kazasinda. 3 cocugu varmis. Kazadan sonra 1 ay komada kalmis ve sonunda kafasinda kucukken dinledigi bir sarkiyi soyleyerek uyanmis. Esi uyandiktan 15 gun sonra boyle buyuk bir yuku kaldiramayacak kadar genc oldugunu soyleyip bosanmis. Cowboy'u kendi karanliginda yalniz birakarak cekip gitmis.

Hayati kotu bir Turk filmi gibi gecmis bu adam her seye ragmen dunyanin en neseli, en gamsiz insani! Cok da sansli oldugunu dusunuyor. Dunyasi derin bir siyaha burunmus olsa da sonucta hayatta kalmis, sukrediyor ve hepimizden daha net adimlarla tek basina yasamina devam ediyor.

Sohbetin sonunda agzim acik, yuregim sikismis bir sekilde karanlik odadan ayriliyorum. Cikista bir ani defteri var. O kadar cok duyguyu ayni anda yasiyorum ve o kadar karmasigim ki o anda sayfalarca yazi yazmak istiyorum ama su satirlari yazarak oradan ayriliyorum:

"Cowboy,

Thank you for your guidance inside and into a new way of seeing life. I will NEVER forget you.

Duygu"

Simdi bazilariniz insan parayla kendine boyle iskence eder mi diye sorabilir. 

Eder ve etmelidir de. Bilet satislarindan elde edilen para hic kar gozetmeksizin korlerin hayat kalitesini yukseltmekte kullaniliyor. Kaldi ki bu interaktif sergi/deneyim/gosteri sayesinde hem bizim gibi kendini "normal" sanan insanciklarin biraz da olsa gozu aciliyor, hem de baska yollardan is bulup kendi ayaklari uzerinde durmasi imkansiz olan insanlar icin istihdam yaratilarak onlara firsat esitligi saglaniyor.

Tum bunlari dusundukce dunyanin gelecegi icin hala umut varmis gibi hissediyorum ve bu fikri ortaya koyan o yaratici beyni de resmen elime alip opmek istiyorum!  Ve elbette bana bu guzel duygulari yasatan Atlanta kalbimi fethediyor; ictigim suyun tadi daha bir guzel, soludugum hava daha bir ferah gelmeye basliyor.

Ben artik Atlantayi da Atlanta insanini da cok seviyorum. Cektigim fotograflardan birkacina goz atin, siz de seveceksiniz inanin. Ama fotograflara gecmeden once hatirlatmak isterim, seyahatlerim ve abuk sabuk deneyimlerim tum hiziyla devam edecektir. Dunyayi kesfetmek ve yeni yerleri tanidigim, tanimadigim herkesle paylasmak benim en buyuk zevkim. Eger burada anlattiklarimdan daha fazlasini merak eder veya daha da iyisi kendi kesif turunuza cikmak icin yardima ihtiyac duyarsaniz bana ulasin. Ne de olsa o kadar buyudum, otelci oldum. Size guzel bir rota da cizebileyim degil mi?


Cok gezen mi bilir, cok okuyan mi sevgili okuyucu!?

Dunyanin en gereksiz sorusudur. Niye birini otekine tercih etmek zorunda olalim ki? Hem gezip, hem de okuyabiliriz. Simdi siz Atlanta'yi okudunuz ya da ben gezdim diye her seyini biliyor mu olduk? Bir daha ben hayatta bu sehirle ilgili kitap okumayayim, siz de sakin buraya gelmeyin, zaten okudunuz cunku. Oyle mi?

Sizi bilmem ama ben dunyayi okuyorum da geziyorum da! Aynisindan siddetle size de tavsiye ederim.

Bir sonraki durakta gorusmek uzere,

Duygu

 High Museum of Art


High Museum of Art
Sanata, mimariye, tasarima epey duyarli bir sehir Atlanta.  Bu muze bana Guggenheim'i animsatti. Icinde dolasmasi cok keyifli bir yer.

Muze ve icindekiler ayni elden cikmis gibi!
Benzerlik cok hosuma gitmisti, ben de durmadim fotografini cektim!

Muzenin magazasinda el kadar cocuklara Andy Warhollari, Matisseleri ogretmek icin basilmis kitaplar.
Bir yandan cok seviniyorum boyle seyler gorunce, bir yandan da kahroluyorum. 
Ikincinin sebebini siz biliyorsunuz.

Hepsi ve daha fazlasi cocuklar icin! 
Cocuklarin ufku genislesin, bakis acilari zenginlessin diye.
"Egitim sart!" sadece komedi temali telefon reklamlarindan akilda kalan iki kelime olmamali.

Bu binanin adi Siluet. Nedenini gorebiliyor musunuz?
Yaraticilik. Nokta.

Muzeden ciktik. Aciz. Restoran bulmak icin Urban Daddy'e saldirdik ama kendimizi 
hala New York'ta sandigimiz icin 
"Duvari mavi boyali, yemekleri az tuzlu, garsonlari cok neseli" 
falan gibi fazla net bir arayisa girdik ve sonuc bu ekran oldu. 
Atlanta cok iyisin, cok hossun da New York degilsin sen galiba.

Ote yandan New York'dan daha merhametlisin galiba.
Dogma buyume Atlantali olan
 eski Belediye Baskani Andrew Young'in bu sozu kapitalizme meydan okur nitelikte. 
Boylesine Amerika'da az rastlanir demedi demeyin.



Georgia Aquarium
Ve o devasa akvaryumdayiz. 
Yunus Showu hayatimda izledigim en inanilmaz sey olabilir.


Yedi gobek Izmirli sevgilimi bile sasirtacak cinsten 
bir okyanus yasamiyla karsi karsiyayiz.

Sehirdeki denizatlarinin bile bu kadar estetik olmasi gercegini es gecemedim.
Pardon.

Ve akvaryumdan son kare.
Conan O'Brien 'in yunus olmus versiyonu.
Bilmem siz sever misiniz ama Harvard mezunu bu komedyene ben taparim 
tipki Okan Bayulgen'e taptigim gibi. 
Zaten bir solukta ikisi arasinda on benzerlik de sayabilirim ama 
Okan Bayulgen'in yunuslasmis halinin ulkenin en populer turist mekanlarindan birinin tam ortasina koyulmasina izin verecegini pek sanmiyorum.
Amerikalilar suludur.

Akvaryumdan ciktik. Atlanta'nin en unlu lokal kitapcisi kimdir dedim,
Outwrite Books kitabevi dediler.
Bir gittim, "out"write cunku escinseller tarafindan escinseller icin acilmis bir kitapci.
Inanilmaz seker bir yer.
Yani anlayacaginiz uzere acikfikirli bir sehir Atlanta.
Herkese ve her seye gonlu de beyni de acik.
Nefes alip verin yeter.


Atlanta'nin en unlu parklarindan Piedmont Park'ta 
acik hava sanat senligine denk geliyoruz sans eseri.
Yer, gok her taraf bastan asagi degisik sanat eserleriyle kayniyor.
$10'a da alacak eser var, $100,000'a da.
Ey kredi kartlari, ey cek defterleri.
Siz nelere kadirsiniz!

Istemeyerek de olsa Atlanta'ya gule gule deyip 
eve donmek uzere yola koyulmadan son bir kare.
Sen mi buyuksun Atlanta, ben mi?

(Ben!)

:)

Wednesday, September 14, 2011

Ayirmiyoruz Ayarliyoruz.

Basimdan cok garip bir olay gecti. Bunu sizle paylasmazsam rahat edemeyecegim. Konunun hassasiyetine ragmen olanlari tum ictenligimle ve en ufak ayrintisina kadar anlatiyorum.

"Crash" diye bir film izlediniz mi? 2006'da En Iyi Film Oscarini kazanmisti. Kendimi bildim bileli her turlu renge, dile, dine, irka, cinsiyete, cinsel tercihe yani INSANa kapisi acik olan ben o filmden epey etkilenmis, uzerine cok dusunmustum. Nereden bilebilirdim ki gun gelecek benzer bir film de kendim cekecegim.


Ben irkcilik yaptim.

Nasil oldu hala cozebilmis degilim, beraber anlamaya calisalim ama once bir konuda anlasalim; disaridan belki de cok tehlikeli, kapkara bir orman gibi gorunen Manhattan aslinda oldukca medeni ve guvenlidir. Garip bir guven duygusudur bu. Herkes her an bir tehlikeyle karsilasmaya hazir gibidir ama ote yandan da tehlike falan cikmayacagini bilir. Aciklamasi zor ama oyle.

Ben mesela, iki yil once ilk yerlestigimde hic bilmedigim sokaklarda, hic tanimadigim insanlarin arasinda sabaha karsi, altimda mini eteklerle tek basima gezip tozdugumu, ustune arsizca metroya bindigimi bilirim. Sen sansliymissin da demeyin, ayni sekilde davranan yerli ya da turist milyonlarca insan var. Yalniz tabi yerliler olarak sabaha karsi dondugumuz yer evimiz. Turistlerinse otellerine donmesi beklenir degil mi?

Her zaman degil.

Burada oteller cok p-a-h-a-l-i!! Bu da tabi organik olarak otele alternatif bir konaklama yonteminin dogmasina sebep olmus.

Subletting.

Yani cok daha dusuk bir ucret karsiligi lokal birilerinin evinde kalmak.

En cok basvurulan adres ise belli: craigslist.com.

Nasil isliyor?

Siteden tum dunyanin erisimine acik bir ilan veriyorsunuz ev sahibi olarak. Evinizi tanitiyorsunuz, istediginiz fiyati ve misafir kabul edebileceginiz tarihleri belirtip cevap beklemeye basliyorsunuz. Size cevap veren insanin seri katil mi yoksa Ivy League okullarindan birinde master yapmaya gelmis tertermiz, iyi aile cocugu bir tip mi oldugunu "hissetmek" size kalmis.

Sahtekarlik hikayelerine de rastlayabilirsiniz elbette ama genel anlamda cogu insan durust. Gercekten sadece uygun fiyatlara konaklayabilecekleri, temiz, guvenli bir oda ya da ev arayisi icindeler. Dusununce her iki tarafta da epey risk aliyor aslinda. Soz konusu oda kiralamaksa eger, birbirini HIC TANIMAYAN iki insan ayni cati altinda (ki Manhattan catilarindan bahsediyoruz, evler Turkiye'deki mutfaklar kadar. Mahremiyetten eser kalmayabiliyor) gunlerce bir arada yasamak zorunda.

Ben hem kiraci olarak hem de ev sahibi olarak onlarca kez yaptim bu isi. Sansliydim heralde. HIC sorun yasamadim. Sorunu birakin, kafamda soru isareti bile olusmamisti.

Ta ki dune kadar.

Dun madalyon oteki yuzunu gosterdi.

Ismine Erik diyelim. Bir erkek.

Yanlis anlasilmasin; ben 1 yil boyunca 2 erkek ev arkadasiyla yasadim. Bu konuda sorun cikartan "narin" kizlardan degilim. Ama 1 ay surecek bir is seyahatine cikan sevgilimin kendi evimizde tanimadigimiz bir baska erkek kiraciyla kalmam fikrinden hoslanmamasi sebebiyle, bu sefer erkek oda arkadaslarini geri cevirmek durumundayim ki sonuna kadar saygi duyuyorum bu istegine.

Gel gelelim Erik kiz arkadasiyla birlikte gelmek istedigini soyluyor ve boylece on elemeyi geciyor. 2 kisi icin odanin fazla kucuk olabilecegini acikliyoruz. Onemli degil biz zaten gezip tozacagiz, ancak yatmadan yatmaya geliriz diyor.

Peki diyoruz. Ilk gercek iletisimi sevgilim kuruyor. Sanki evde bir erkekle kalacaklarini dusunsun, sen sonradan devreye gir diyor.

Olur. Bana uyar. Hatta, kendi hislerimi tartiyorum da, sanki boylesi daha cok hosuma bile gidiyor. Ne oluyor bana yahu? Sozde hicbir seyden korkmayan ben niye simdi kucuk bir kiz gibi arkasina saklanacak duvar ariyorum?

Neyse sevgilim ilk temastan memnun. Hatta telefonda duydugu sese o kadar guvendi ki kendisinin is seyahatine cikacagini ve kiz arkadasiyla kalacaklarini bile anlatiyor Erik'e.

Erik'in hikayesi de saglam duruyor. Sehir disindan kiz arkadasi gelecek. Kiz ogrenci vizesiyle burada. Egitimini tamamlamis ulkesine donmeden New York'u ziyaret etmek istiyor ancak ikisinin de butcesi kisitli ve otel fiyatlari cok yuksek. Kalacak ev bakiyorlar.

Soru 1: Kiz arkadasi nereli?

Cevap 1: Rus.

Varan 1: Kafamda oyle ya da boyle 26 yil boyunca yerlemis stereotipler hareketlenmeye basliyor. Yapma diyorum kendi kendime. Sacmaliyorsun.

Soru 2: Erik nerede yasiyor?

Cevap 2: Queens'de. (New York sayilir, Manhattan'a metroyla uc dort durak mesafede)

E haliyle Soru 2'ye ek: Kendi evin varsa niye Manhattan'da oda kiralamaya calisiyorsun?

Cevap 2: 3 erkek ev arkadasim var. Kiz arkadasimi onlarin arasina sokmak istemiyorum. Kaldi ki sehrin icinde, daha guzel bir evde kalmasini istiyorum.

Icimdeki pozitif ben: "Ozeniyor cocuk, belli. Anlasilan seviyor gercekten kiz arkadasini".

Karamsar ben: "Genc ve Queens'de yasayan bir tip icin fazla bonkor."

Kafamdaki her bir soru isareti bir yenisine sebep oluyor. Aksani nasildi diyorum haddimi asarak. Normal Amerikali gibi mi konusuyordu yoksa garip miydi?

Normaldi diyor sevgilim. "Gayet samimi, sevecen konustu. Ben sormadan detaylica her seyi anlatti."

Hemen telefon numarasindan kimligini kontrol ediyoruz (ve bunu her yapisimizda hahahaha FBI gibi ciftiz diyip cok egleniyoruz), isimler de detaylar da birbirini tutuyor. "Her sey normal. Gelsin gorsun evi."

Gorsun tabiki de sevgilim ertesi aksam Atlanta'ya ucuyor ve Erik'le ilk bulusmayi benim tek basima yapmam gerekiyor.

Problem degil, ne olacak yaparim diyorum ama icim bir garip.

Ertesi gun geliyor Erik. Ben evi piril piril yapmisim. 1.5 yildir onlarca ozel ani biriktirdigim, evim dedigim, icinde mutlu mesut bir hayat yasadigim dunyadaki en ozel alani Erik diye hic tanimadigim, gormedigim birinin begenisine sunuyorum. Istiyorum ki bu kisi benim yapmakta oldugum fedakarliga layik biri olsun. Sadece parayi veren dudugu calamasin.

Ben bu dusunceler icinde kaybolmusken kapi caliyor. Aciyorum; apartmandaki uzun koridorun ucunda beliriyor Erik.

Simdiye kadar kendi secimimle bir araya gelme ihtimalimin cok dusuk oldugu bir adam. Belki metroda yan yana oturmusuzdur daha once. Ama hepsi o. Kalabalik bir metroysa hatta kendimi yaninda rahatsiz bile hissetmis olabilirim.

Kisa boylu. Esmer. Cok hafif cekik gozlu.

Bu adam...Meksikali.

Ya da belki de Uzak Doguda cok da populer olmayan ulkelerin birinden.

Sormuyorum elbette. Ayip cunku. Kendime hakim olamayip daha simdiden icimde binbir turlu endise duymus olabilirim ama ben hala medeni bir insanim. Boyle cirkin bir soru sormam. Kaldi ki kendi icimde de ufak capta bir sok yasiyorum neden boyle tepki verdigime dair. Hic 26 yildir tanidigim, bildigim Duygu degil bunlari dusunen ve hatta bulusma saatinden dakikalar once pantalonunun cebine biber gazi sokusturan.

Nereden cikti bu guvensizlik hic anlam veremeden evi gezdirmeye koyuluyorum.

Erik soyle goz ucuyla bakiyor gosterdigim alanlara. Hepsini begeniyor. Istiyor kesin evi. Sohbet ediyoruz biraz; benim soru sormama izin vermeden kendisi vizir vizir anlatiyor: Rus kiz arkadasi kim, Amerika'da ne yapiyor, buraya neden geliyor. Konusuyor da konusuyor taramali tufek gibi.

Ezberlemis gibi.

Nefes almak icin biraz yavasladigi bir saniyeye denk getirerek soruyorum, "Kiz arkadasin kac yasinda?"

16'sinda olup da marketten icki satin almaya calisan bir oglan cocugunun kendine kazandirmaya calistigi emin ama aslinda son derece aceleci ve acemi havayla, "21!!" diyor. Yasal resit olma yasi yani.

O ani da gozlemledikten sonra icimdeki endise birikintisi gurul gurul akan bir sel oluveriyor. Artik ne dese ne yapsa ben ters yorumlamaya basliyorum icimden. Adamin kendi yasina takiliyor aklim. Soyledigi kadar genc gorunmemeye basliyor gozume. 30u var bu adamin diye geciriyorum icimden. 21(!) yasinda kizla ne yapiyor ki bu adam? Tamam askin yasi olmaz falan filan da benim evimde olsa bari. En azindan bu seferlik.

Bu arada Erik deli gibi terlemeye basliyor. Uzerinde eski pusku bir kot, ayaginda kotu durumda botlar var. Bir de uzun kollu kalinca bir sweatshirt giymis. Disarida hava gunluk guneslik.

Ne kadar cok terledigini kendi de fark ederek bana aciklama geregi hissediyor.

"Bugun bir ara hava sogudu da ustume bunu geciriverdim ama isten de buraya kadar yurudum. Simdi eve girince terlemeye basladim tabi. Kusura bakma."

"Yoo onemli degil, rica ederim....Bugun pazar. Yine de calistin mi?"

"Evet oyle gerekti."

"Anladim. Ne is yapiyorsun?"

"Insaatlarda calisiyorum."

&@@(;$(#(#(!!!!...

"Yani insaatlarda elektrik tesisatlarini duzenliyorum diyelim."

"OK..."

Tikaniyorum tabi. Bu noktadan sonra ne demem gerektigini bilemiyorum artik. O zaten kaldigi yerden devam ediyor deli gibi konusmaya. Benimse gozum elindeki Iphone'a kayiyor. O konusadursun ben sunlari dusunuyorum: Iphone'u son model. Hem de Verizon'dan alinmis degil, ATT numarasi biliyoruz. O zaman 2 yil kontrat yapabilecek kadar kredisi var demek ki...Aman kredi skoru dedigin nedir ki, herkeste Iphone var artik. Hicbir seyin gostergesi degil bu. Kapora iste Duygu kapora!!!

"Kapora istiyorum!" diyorum. Evet sevgilin soyledi getirdim yanimda. $50 verecegim diyor. O anda basiretim baglaniyor. Tamam diyorum. Cikarip cebinden iki 20'lik bir de 10'luk veriyor. Kagitlar terden nemli, hafif yumusamis ve birbirine yapismis.

Bu adam benim evimde kalacak. Benim banyomu kullanacak.

Gozlerimin onunde hala sipir sipir terliyor.

Niye bu kadar terliyor bu adam?? Gercekten dedigi gibi disarisi soguktu da suan evde sicak mi basti yoksa stresli oldugu icin mi terliyor??

Bir yandan bakislarini yorumlamaya calisiyorum ote yandan da giderek daraliyorum. Elimdeki nemli paralari aynen geri verip, tam bir sizofren gibi "Yaa kardes ben vazgectim. Hadi bye bye!!" diye bagirarak onu evimden gondermek istiyorum ama bunun yerine biraz daha sohbet ediyoruz. 

Birkac dakika sonra geldigi ilk saniyeden beri korudugu guleryuzlu ifadesiyle veda ederek ayriliyor, odayi tuttuguna memnun sekilde. Adeta kendiyle gurur duyuyor, gorebiliyorum gozlerinde. Queens'de 3 erkekle yasayan bu Meksikali ya da garip Uzak Dogulu adam 1 haftaligina da olsa Manhattan Upper West'te bir dairede yasayacagi icin cok heyecanli.

Bense endiseli.

Erik gider gitmez kiz arkadaslarimla bulusuyorum. Yine kendi hayatim, kendi cevrem ve kendi muhabbetime donmus olmanin verdigi rahatlama var uzerimde. Ama aklimin hep bir kosesinde o. Dayanamayip kizlara da anlatiyorum. Sen merak etme ilk aksam ben de gelirim, yaninda olurum, yalniz degilmissin havasi veririz diyor bir tanesi. Cok ama cok minnettar hissediyorum icimden. Ama asla boyle bir seye izin veremem.

Aldigim riskin farkindayim. Adam katil ya da en hafifinden hirsiz cikabilir sonucta. Hadi tek basina gelmiyor diye dusunelim. Nerden bilecegim ben o sozde Rus kiz arkadasin cete uyesi olmadigini ve resmi pembelestirmek icin isin icine katilmadigini? Arkadasimi bu olaya karistirir miyim? Asla.

Eve geri geliyorum. Pazar aksami saat olmus 10. Yatmam lazim; ertesi gun is var. Ama uyumam soz konusu bile degil. Ne yapiyorum biliyor musunuz?

Mutfaktaki en keskin bicaklari, banyodaki kucuk makasi, cimbizimi, torpumu, yani ortak alanlardaki tum delici ve kesici aletleri bir araya toplayip odamda bir koseye sakliyorum.

"MANYAK MISIN KIZIM SEN?' diye bagirdiginizi duyar gibiyim. Ama oyle degil iste. Bir yandan da Erik'i ve anlattigi her seyi yanlis yorumlamis olma ihtimalim var. Bunu goz ardi edemiyorum. Henuz...

Sonra aklima kedim geliyor, ozene bezene aldigimiz bir tanecik guzel kizim. Sonucta ben evden cikip gidecegim, butun gun o insanlarin ne yapacaklarini hic bilemeden. Benim kedim atiktir kendini korur ama bu dusuncenin aklimdan gecmesi bile dengemi alt ust ediyor. Dusunduklerime, yaptiklarima kendim bile inanamiyorum.

Ben bu kadar korkak bir insan miydim? Ya da irkci? Neler oluyor bana?

En son kendimi sevgilimi aramis, ona salonda telefonun daha iyi cekmesine yarayan "microcell" denen aleti kendi odama kurabilir miyim diye sorarken buldum.

"Niye ki?" diyor.

"Onu devredisi birakip benim dis dunyayla iletisimimi kesmeye calisabilirler. Iletisim hatlari benim elimde olsun diye" diyorum.

"OHA" diyor. "Kafayi mi yedin sen? Tamam derhal iptal ediyoruz bu isi! Ariyorum kaporayi de geri gonderiyoruz. Bitti bu konu".

"HAYIR" diyerek sesimi yukseltiyorum. O an anliyorum ki gurur meselesi haline getirdim ben bu isi.

1. Ben daha once bunu 50 kere yaptim, hicbirinde korkmadim. Simdi de korkmuyorum! Bu bir is anlasmasi. Adam parayi pesin verecek, ben de onlara bir oda verecegim. Bu kadar basit. Durumu duygusallastirmanin alemi yok.

2. Ben kisinin tipine, sosyal kimligine gore nasil bir insan olduguna karar verecek hakki gormuyorum kendimde. Aklima surekli dunya tarihi boyunca yanlis anlasilmis, haklari yenmis zenci karakterler geliyor. Filmlerde tam cebine hamle yaptigi anda polislerin takir tukur vurup oldurdugu adamin elinden silah degil de hac, ne bileyim karisinin, kizinin fotografinin falan ciktigi sahneler geciyor gozumun onunden surekli.

Telefonu kapatiyoruz. Ben daha rahatim. Uyumadan once su cocuga bir de Facebooktan bakayim diyorum. Buluyorum hesabini.

Olamaz...

Cok az arkadasi var, niye ki?...Resimleri de hep insaatlarda falan cekilmis. Ayrica bana uzuuuun uzadiya anlattigi Rus tipli bir kiz arkadasi falan da yok gorunurlerde. Ne bir resim ne bir yorum. Baska bir kiz var ama, tipi kendisine benziyor. Esmer tenli, koyu sacli bir kiz ve aralarinda bazen Ingilizce bazen de hic bilmedigim garip bir dilde yazisiyorlar. Birbirlerine seni seviyorumlu falan yazilar yazmislar.

Yikiliyorum.

Daha fazla kendimi kandiramayacagimi anliyorum. O gece kotu bir uyku uyuyup sabah erkenden kalkiyorum ve evi bir kere daha craigsliste koyuyorum.

Oglen annemle konusuyorum. Evdeki kapilar disaridan kitlenip anahtari alinamadigi icin annem sinir oluyor. Kararima cok mudahale eder gibi olmak istemiyor ama belli ki bu iki tipi (yani tahminen 2, henuz kiz arkadasin varligina dair hicbir isaret yok) evime almami hic ama hic istemiyor. Daha da fena oluyorum.

O sirada benim yeni ilana bir cevap geliyor.

"Hi,

I am a single professional female that has business in the city starting tomorrow the 13th, until the end of the week."

Devamini okumuyorum bile. Derhal telefona sariliyorum. Kadin cok sevecen konusuyor. Her sey normal gibi. Erik'in istediginin yarisindan bile az sureligine istiyor odayi ama benim umrumda degil. Bu kadinla kesinlestirmememize ragmen sevgilimi ariyorum ve daha fazla kendimi zorlayamayacagimi soyleyip, Erik'le olan anlasmamizi iptal etmesini rica ediyorum. Kendim de derhal bu yeni kadini ariyorum. Telefon gorusmemiz gayet olumlu geciyor. Kendisinin henuz sehirde olmadigini, aksam is cikisi mumkunse kizinin gelip eve bakmak istedigini soyluyor. Tabi diyorum. Aksam eve geldigimde kizini kapida beni beklerken buluyorum.

Bembeyaz bir kiz...

Sari saclari, mavi gozleri var. Benim boylarimda. Neseli, rahat bir tip. Yillarca uzaktan uzaga gozlemledigi ve sonunda nasil oynanmasi gerektigine karar verip ezberledigi bir metni okumuyor; sadece kendi gibi davraniyor kiz.

"Annem buyuk ihtimalle tutar bu odayi" diyor. "Hossohbet de bir kadindir, iyi anlasirsiniz."

Bir bilse benim coktan sohbetten falan gectigimi.

Ben resmen -her anlamda- bana ve benim yasadigim hayata benzer birilerini ariyormusum.

COK, COK AYIP. Ama oyle. 

Ve boylece fark ediyorum ki normalde gosterdigim "Gel kim olursan ol gel"ci tavrim is kendi habitatima gelince bir anda renk degistiriveriyor.

Demek ki kocaman bir yagmur ormaninda bir arada yasayan onbinlerce hayvan turunden biriyim ben. Gunduz karinca da benim arkadasim fil de maymun da kelebek de. Ama gece olup da inime cekilme vakti geldiginde sadece kendi cinsime guvenebiliyorum. Filler beni ezecek, karincalar icimi kemirecekmis gibi geliyor.

Demek ki.

Kendimi insan haklari ve esitlik dersinde kafam kadar Fyi cakmis gibi hissettigim su dakikalarda, yeni ev arkadasim beyaz kadin yan odada misil misil uyuyor.

Benimse icim rahat. Bicaklar mutfak cekmecesinde, cimbiz banyoda, microcell salonda.

Erik?

Iki ihtimal var. Ya ben butun parcalari yanlis birlestirdim, karman corman bir resim cizdim ya da tum detaylari dogru yorumladim ve bir facianin esiginden dondum. Ama kabul et senin de hikayen pek bir bulanikti Erik.

Kimsenin dis gorunusleriyle yargilanmadigi ama herkesin iciyle disinin da gercekten bir oldugu bir dunya dileklerimle!

Duygu

Sunday, August 28, 2011

Alcak Yerde Yatma Sel Alir, Yuksek Yerde Yatma Yel Alir

Kategori 3!!!

Zaten toplam 5 kategori var. Yani bu demek oluyor ki 3 epey tehlikeli.


Ertesi gun: Yok yok kategori 1mis.


Birkac saat sonra: Yok hayir, bir alt seviye yani tropikal firtinaya donusecekmis New York'a geldiginde.


Ve fakat 3 gun oncesinden baslamislardi;

"Irene geliyor!! Cok tehlikeli! Can ve mal kaybinin sifir olmasi icin ne gerekiliyorsa yapilacak. Metro hatlari, iptal. Otobusler, iptal. Havaalanlari kapatildi. Ucuslar iptal. Deniz seferleri iptal. Cogu bolgede sokaga cikma yasagi ilan edildi. En komik uyarilardan biri ise New Jersey Valisi Chris Christie'den geldi:

Jersey Shore'daki gamsiz genclige hitap ederek: "Get the hell off the beach. You've maximized your tan" dedi.





Ote yandan pek sevimli, New York valimiz Micheal Bloomberg ise Manhattan'in kiyi seridindeki tum bolgelerin ve New Jersey kiyi seridinde bulunan Hoboken sehrinin pek cok sakinine ZORUNLU olarak evlerini bosaltma emri verdi ve hatta Hoboken'da yasayan yakin bir arkadasim da zorla bizim eve sigindirildi. Gerci iyi ki siginmis cunku her ne kadar biz buralarda her seyin normal oldugu bir afet yasasak da, Hoboken'da durum gercekten biraz afetimsi:


Tam olarak arkadasimin evinin onu.

Amerikali antreman yapmak icin istisnasiz her firsati kullanir.

Bir de tabi eglenmek icin.

"Sen bu haldeki sokaklara niye cikarsin be adam" dedirttiren "seksi" bacakli Hoboken'li.

Saka bir yana, hala kasirga tehlikesi sebebiyle disari cikmamamizin siddetle tavsiye edildigi su saatlerde ben, sevgilim ve Hoboken'daki guzelim dubleksinden tahliye edilen arkadasimiz, banyo kuvetini acil durumlar icin agzina kadar su doldurmamiz sebebiyle, disarida bile iklim hala tropik degilken, iceride tropik iklim yarattigimiz evimizde oturduk NEDEN diye soruyoruz kendimize.

Hepimiz farkli yorumlar getirdik konuya.


Arkadasimiza soracak olursaniz, artik medyanin en ufak bir guvenilirligi kalmamis. Oyle ki, Amerika'da gelmis gelmis en buyuk dogal afetlerden sayilan Katrina kasirgasi bile gercekte oldugundan daha agir lanse edilmis olabilir.


Bence boyle siradisi olaylarin yasandigi zamanlarda, halkin tetikte tutulmasinin her zaman yarari var. Dusunun ki cogumuza abarti gibi gelen bu kadar uyariya, alinan onleme ragmen insanlar hala yapmamalari gereken seyler yapiyorsa, yetkililerin cok daha rahat davrandiklari afet senaryolarinda ne olacak? Ve tabi bir de bu kasirganin beklenenden daha hafif degil, cok daha sert gecme ihtimali de her zaman mevcut. Hem kasirga daha sert vursa hem de yetkililer medya kanallarina durumu oldugundan daha vahim gostermeleri icin uyarilarda bulunmasa, sonuc seye benzerdi,


Bize.

Sevgilimin komple teorisine gelecek olursak, bunlarin tumu ekonomiyi canlandirmak icin yapilan calismalar. (Tabiki Irene kasirgasini zorla hukumet yaratmistir demek istemiyoruz ama bu cok da acil olmayan durumdan istifade edip ekonomik hareketlilik yaratma cabasi icine girmis olabilirler diyoruz.) Bakiniz altta supermarketin birinden Irene baslamadan saatler once alinan bir goruntu:


Fotograf icin Sila Y'ye tesekkurler.

Gercekten ben de bizzat gittim gozumle gordum New York'ta ne kadar market, supermarket, bakkal, bufe vs varsa hepsi talan edilmis ve edilmekteydi. Edilir tabi cunku son 3 gundur elektrik, su, gaz, internet ne kadar medeniyet araci varsa kesilecek. El fenerlerinizi, pillerinizi, mumlarinizi (tabi hicbir yeri yakmamaya dikkat ederek), pisirme veya isitma gerektirmeyecek yiyeceklerinizi ve icme sularinizi hazir edin uyariylariyla yatip kalkiyoruz. Insan beyninde dogal olarak bir felaket havasi olusuyor.

Biz de ne yapalim bari markete gidelim de kraker miraker alalim dedik. Bir gittik su bile kalmamis, ne krakeri. Oyle kucuk bir marketten de bahsetmiyorum; bilmeyen iceride rahatlikla kaybolur. 

Raflar arasinda gezinirken benim yaslarimda bir cift arasinda gecen muhabbete kulak misafiri oluyorum ister istemez:

Kiz: "Soooo what are we going to get?"
Oglan: "I don't know. We really don't need anything."
Kiz: 'I know! We have everything at home."
Oglan: "Yeah...whatever let's look around."
Kiz: "OK"

Ben: "Yuh!! Bu kadari da sacmalik!! Resmen hic yoktan kriz yarattilar, yagmaladilar marketleri...Ben ne alsam?.."

Ne aldigimizi acikliyorum. 

Bir sise Sprite. Bir sise Sprite Zero.

Sprite'i aksam yemegimizle icecegiz. Zero'yu yemekten sonra icecegimiz pamuk sekerli votkamizin icine katacagiz.

Onemli Tespit 1: New Yorklu felaket, dogal afet falan dinlemez, cuma cumartesi aksami ickisini icer.

Facebook, Twitter Gozlem 1:


Her neyse, butun kasirga iki sise Sprite ile gecmez diyerek oradan ayriliyoruz ve fiyatlarin biraz daha yuksek oldugu -dolayisiyla talebin daha az olmasini bekledigimiz- bir baska markete gidiyoruz. Orasi talan edilmemis, edilmekte. Iceride vucut vucuda bir kalabalik. Etrafta surekli "Pardon!! Excuse meee!!!" gibi cigliklar duyuluyor ama hareket kabiliyeti sifir. Yuzlerce kisi tek beden olmus ayni anda yana, ayni anda yukari dogru kipirdanmaya calisiyoruz.

Orada da durum pek vahim anlayacaginiz. (Gerci ben ustun basarilarla, hic yara almadan, ciglik cigliga marketteki son susamli ekmegi kapmayi basardim tabi ama...)

Marketler boyle, peki ya sokaklar ne durumda dedik ve daha resmi kasirga baslama saatine 3-4 saat oldugu icin yagmura ragmen cikip biraz sokaklari turladik.

Guvenli bolge ilan edilen Upper West Side'daki yuzlerce restoran ve barin sadece birkac tanesi acik. Onlar da zaten 1-2 saate kapatacak. Ama isin daha da ilginci acik olan o az sayida restoranin  hinca hinc dolu olmasi.

Onemli Tespit 2: New Yorklu felaket, dogal afet falan dinlemez cikar disarida yemegini yer, ickisini icer.

Facebook, Twitter Gozlem 2: Amerikali arkadasim Lauran'dan acikli itiraf:

"Irene has forced me to get in touch with my cooking skills (or lack there of) Just made a mean pizza muffin. For those who know me - you know this is a BIG deal! No fire alarms!"


Bu pek de felaketle sonuclanmayan dogal afet yazisini New York Times'dan ve The Boken Online'dan ilginc birkac fotograf ile noktalandirmak istiyorum.


Penn Station, New York City. 

Bayshore, New York. Bazi yerlerde gercekten afet olmus. 
Irene is alive!

Fort Greene, Brooklyn. Agaclar yerlerde.

Brooklyn'i sel aldi. Taksicilerse yagmur, kar, kis, sel, dogal afet dinlemez. Kaldi ki su durumda hayvanlari koruma gorevi de zavalli taksicilere verildi. Yasa diyor ki, dogal afetler sirasinda disarida mahsur kalmis herhangi bir hayvan goren taksicilerin hayvanlari araclarina alip acil servise goturmeleri ZORUNLU.

New Yorklu'nun cok sert gececegine inandigi kasirga icin camlarini koruma endisesi. 
Halbuki NEw York Times bin kere dedi, bantlar hicbir ise yaramiyor. Bosuna basiniza is cikarmayin.

New Jersey Valisinin "Cikin gidin evinize kardesim!!" diye serzeniste bulundugu Asbury Park. 
Adam hakli. Amerikali dengesiz.

Normalde TIKLIM TIKIS olan, 10 dakikada 3 metre gidebildiginiz Times Square.
Hepimizde (sevincten) aglama istegi uyandiran o tek insan.

Manhattan'in zorunlu bosaltima emri verilen guney ucu Battery Park.
Bu adam ne yapiyor veya niye orada artik hayal gucunuze kalmis.

Zenginlerin yazlik evleriyle ve cilgin yaz partileriyle unlu Hamptons

Suanda saat 14:10. Haberlerde "Tehlike devam ediyor. Sokaga cikmayin." diyor. Camdan bakiyorum, disarida yagmur bile yagmiyor.


Facebook, Twitter Gozlem 3:

"Only 1 missing person in New York. Irene."

Her seye ragmen insan hayati degerlidir. Sakaya da kasirgaya da gelmez. Onlem almak iyidir. Keza her ne kadar Manhattan cok da kotu durumda olmasa da son durumlar soyle:


Brooklyn: Suyu tutacak duvarlardan birinin cokmesi sonucunda Belt Parkway parki sular altinda.


Bronx: Orchard Beach, Mill Pond Park ve Yankee Stadium'un nehir tarafindaki bolumu sular altinda.


Staten Island: 61 eriskin ve 3 bebek yukselen sular yuzunden mahsur kalmis ve tabi hizlica olay yerine ulasan 3 kurtarma botu sayesinde derhal kurtarilmis.


New York genelinde;
62,000 evin elektrik ve suyu kesildi.
650'den fazla sayida agac devrildi.
81 acil durum barinaginda 9000 kisi geceyi guvenli bir sekilde gecirdi.

Dogal afetlerin yasanmadigi, yasanacaksa da Amerikalilar gibi cildirmiscasina onlem aldigimiz ve sonucunda kac olu, yarali oldugunu takip etmek yerine kendimize eglence malzemesi cikardigimiz bir Turkiye dileklerimle,

Duygu

Thursday, August 4, 2011

New York'taki Asyali, Teksasli Seksist

Seksist: Erkegin kadindan daha ustun olduguna, hatta kadinin bu dunyaya erkege zevk vermek ve hizmet etmek icin geldigine inananlar.

Simdi akliniza tipik bir Turk ailesini getirin. Hatta aileye bile gerek yok. Daha cok Istanbul'da bekar takilan erkekleri dusunelim. Ne yaparlar? Gezer tozar kiz pesinde kosarlar, azicicik elleri yuzleri duzgunse, bir baltaya sap olmayi da basarmislarsa elleri bos da donmezler.

Kaldi ki her malin zaten bir alicisi vardir. Is kendinizi nasil sattiginiza bagli.  Iste tam bu noktada Istanbul ile New York arasindaki fark devreye giriyor. 

Ister inanin ister inanmayin, Istanbul'da erkekler daha saf, her seye ama her seye ragmen daha duygusal.

Ne kadar ozunde amac ayni da olsa iki toplumun o amaca ulasmak icin sectigi yollar o kadar farkli ki.

Ben bu aksam 2 Amerikali kiz arkadasimla bir bara gittim. Ickilerin standart ogrenci fiyatlarinda olmadigi bir yer. Binanin en ust katinda acik hava terasta. Havuz yaninda.

Yani New York'un iyi kazanan, sozde yuksek egitimli kadin ve erkeklerinin takildigi bir yer. Insanlarin basta kendilerine, sonra da karsi irka saygili olmasini bekleyeceginiz bir yer. Aksi davranislarin hos karsilanmayacagi bir yer.

Ben sahsen karsilamam, hatta tepki gosteririm.

Ben oyleyim ya, gelir beni bulur.

Diger iki Amerikali arkadasimla oturmus kendi halimizde sohbetimizi ediyoruz. Sessiz sakiniz, kimseye satasmiyoruz, yuksek sesle konusmuyoruz. Isten cikmisiz zaten cok yorgunuz. Tek derdimiz bir kadeh bir sey icip birbirimizin hayatinda ne olup bittigini ogrenmek.

Yan masada (masalar tabiki birbirine cok yakin. Manhattan'dan behsediyoruz, yer kalmadigi icin zorunlu olarak yukari dogru gelismis bir ada) ettigi aptal muhabbeti hic zorlanmadan duyabildigimiz garip bir tip var.

Asyali ama super yanik tenli. Belli ki solaryumdan cikmiyor. Ustune sik bir takim gecirmis. Ayakkabilar fena degil. Saclar bakimli. 

Simdi gelelim kendisini yakisikli, bakimli bir erkekten "allahin belasi igrenc uzak dur benden iyk sumuk" seviyesine atlatan kisma. O kadar igrenc bir adam ki bakmamak icin kendinizi zorlamaniz gerekiyor. Yolda yuruken kaldirim kenarinda buyuk bir obek kusmuk gormek gibi bir sey. Bakinca kotu hissedeceksiniz ama soyle bir goz ucuyla da olsa bakmadan edemiyorsunuz. Oyle bir tip. 

Bas bas bagirarak konusuyor, elinde de sirf gosteris olsun diye (o kadar zavalli ki bunun gosteris simgesi olduguna inaniyor) bir puro var. Takip ettim, yakti, 15 dk hic icmedi, puro tabiki sondu ve tekrar yakti. Bu dongu sirf biz oradayken 2 kere tekrar etti. 

Hemen yanindayiz, uc kiziz. Belli bize satasacak, an meselesi. Zaten bagiriyordu, volumu artik en ust seviyedeyken kendi kucuk beyninde yeterince ilgimizi cektigini dusundu ve dondu bize dunyanin en garip Ingilizce aksaniyla,

"So where are you girls from??" diye sordu.

Daha biz cevap veremeden de "I bet you're tourists, you're not from the city, are you??" dedi.

Tek hucreli amip.

O an o barda kimse orijinal olarak New York'tan degil. Orijinal olarak New York'ta dogmus, butun hayati boyunca bu sehirde yasamis insanlar zaten 80 yas ustu. Geri kalan herkes dunyanin dort bir yanindan.

Konuya girisi zaten ne kadar ileri zekali oldugunu gosterir nitelikte.

Her neyse, gelelim cevaba.

Benim kizlardan biri, " I AM from the city. I was born here!!" dedi. Yalan. New Jersey'li aslinda. New York'un arka komsusu. Ama bu herife kendini kotu hissettirmek icin hepimiz sessiz bir anlasma yapmis gibiyiz. Yalanini destekliyoruz.

Bana kalsa, "Ya bir s..ktir git" diyecegim ama dedigim gibi, sozde elit bir ortamdayiz. Kufur yok.

Her neyse ilk kizin cevabindan istedigini bulamayan seksist, sovanist amip ikinci arkadasima donup, "Sen!!! Sen eminim kucuk bir sehirdensin belli." diyecek cureti buluyor kendinde. 

Bizimki de ben Teksastanim diye gercegi soyluyor. 

Amip igrenc aksaniyla "Ohh Texass!!" diyor.

IIIRRRHHHHH!!!!!

"Nasil, alisabildin mi buyuk sehir yasantisina?"

...

NE?

Gercekten boyle bir soru sordu mu yaa?

Kiza bu soru komik geliyor tabi, reflekslerine hakim olamayip gulerek, "4 yildir burada yasiyorum, sanirim artik alistim" diyor.

"Iyi, iyi!"

Onayladi pasam.

Bana donuyor daha agzini acmasina bile firsat birakmadan, "Beni bosver ya, sen nerden geliyorsun asil? New Yorklu olamazsin. Tipin hic benzemiyor, kaldi ki aksanin da cok agir." diyorum.

Sinirleniyor.

"Aksan mi?? Benim aksanim yok. Gayet normal konusuyorum ve Queens'te dogdum buyudum. Ben New Yorkluyum" diyor.

"Kusura bakma, Manhattan ve Brooklyn disindakileri burali saymiyorum ben. Bye" diyorum ve kafami ceviriyorum.

Tabi kafayi tek bir seyle bozmus ve etrafindaki kadinlari etkilemek icin elinde sonmus, ucuz purosundan baska hicbir seyi olmayan bu adam pes etmiyor ve Teksasliya donup, sacma sapan bir seyler soyluyor.

"Soyle bakalim ben insanlari Teksasliyim diye kandirabilir miyim sence?? Asyali ama Teksasli bir kovboy olsam ha nasil olur??"

...Asyali Teksasli kovboy mu?

Guleyim mi simdi ben bu imaja yoksa uzulup hemen cepten bu adam icin en yakin akil hastanesini mi arastirayim? Hemen simdi arasak ulassak, "Acil bir durum var. Adamin biri etrafindaki herkesin akil sagligi icin tehlike olusturuyor. Dunyada da bir tek kendisinin New Yorklu olduguna inaniyor. Kaldi ki oyle degil zaten. New York'taki tum Asyalilarin bir arada yasadigi ve buyuk ihtimalle kimsenin Ingilizce konusmadigi mahalleden aslinda. Hatta uzerindeki takimin da calinti olduguna inaniyoruz. Cabuk gelin." desek, ambulansla gelip gotururler mi bu amipi yanimizdan?...

Her neyse konuya doneyim.

Asyali Teksasli kovboy! Bayagi esprilerini ve icmeyi bile beceremedigin ucuz puronu da al cik hayatimizdan lutfen!

Sonuc: Ucumuzden de istedigi ilgiyi goremeyen amip sonunda pes edip kendi gibi tek hucreli amip kadinlar var mi diye arastirmalara basliyor. Kendisine hizmet eden garson kiza sulaniyor. Bagirmaya devam ediyor. Purosunu yakip yakip duruyor. Derken sonunda masasina bir cift gogus gelip oturuyor. Insan degil. Bir cift meme sadece. 

Tek hucreli, iki memeli amip kadin.

Hadi yine kurtardi. Amip seviyede bir iliski yasayabilecegi birini buldu.

Basta da demistim, her malin bir alicisi var. Onemli olan malin nasil satildigi.

Turkiye'de, baylar bayanlar, seksist erkek sayisi simdilik daha az.

Turkiye'de erkekler daha anadan babadan gorduklerini uygulama derdinde. Kadin annedir, kadin eve sahip cikar, kadin kocasina bakar AMA kocasinin da ona (az da olsa) bir ozen gostermesi gerekir cunku mutlu kadin mutlu aile demektir falan gibi kaliplar var, yok degil. En azindan 3 buyuk sehirde var diyelim. Kadini maddesellestirmektense belli bir kaliba sokma cabasi var.

Daha iyi demiyorum ama daha az seksist kesinlikle.

Daha dolayli, daha bahanesi hazir: "Biz ailemizden boyle gorduk."

Burada durum fena. Sosyal ortamlarda da, -malesef- profesyonel ortamlarda da kadinlarin ozunde erkekleri mutlu etmek icin dunyaya geldiklerine inananlar cogunlukta gibi. Ve bu konuda bahaneleri olmasi gerektigini bile dusunmuyorlar. Niye bahane yaratayim ki durum zaten bu, ben de ona gore davraniyorum der gibiler.

Ozetle, Istanbullunun kirosu da New Yorklunun kirosu da hic cekilmiyor. Istanbul'dakilere icim aciyor, hallerine uzulup basimdan savusturuyorum, buradakileri ise bir araya toplayip, erkeklerin kadinlara hizmet etmek ve zevk vermek icin hayatta birakildiklari, kadin egemen donemlere isinlamak istiyorum. Sirf karsisinda kendi 150 kilo, elinde tuttugu silahi 100 kilo ceken toplum lideri, savasci kadinin suratina puro dumani ufleyecek Asyali Teksasli New Yorklu adamin surat ifadesini merak ettigim icin.
Kadin erkek herkesin cok hucreli yaradilisimiza yakisir, kaliteli iliskiler kurup, saygin hayatlar yasayabildigi bir dunya dileklerimle!

Sevgiler,

Duygu

Tuesday, July 5, 2011

Hepimiz Birer Fisektik 4 Temmuz'da.

Bu yil 4 Temmuz Pazartesi'ne denk geldi. Bizler icin dunyanin en guzel pazartesilerinden biriydi cunku siz ise giderken biz yaydik bir taraflarimizi, kimimiz piril piril gunesin tadini cikardi, kimimizse uzun suredir vakit bulamadigi icin isteyip de yapamadiklarini yapti; kitap okudu, sinemaya gitti, alisverise gitti, spor yapti, muzelere gitti.

Ama aksamuzeri saat 4-5 civari yine 19 milyon New Yorklu yavas yavas toplanip ayni aktivitede bir araya gelmeyi basardi.

4 Temmuz Havaifisek Gosterileri.

4 Temmuz 2011, Hoboken

New York'la New Jersey arasinda kalan Hudson River uzerinde her 4 Temmuz'da Amerikanin bagimsizligini ilan etmesinin yildonumu serefine havaifisek gosterileri duzenleniyor. Bu yazida bu kutlamalarin tarihi ve siyasi iceriklerine girmektense baska bir yonunu ele almak istiyorum. 

Bakin tum dunyanin erisimine acik, en genel bilgi havuzu  Wikipedia 4 Temmuz Bagimsizlik Gunu'nu soyle anlatiyor:

"Independence Day is commonly associated with fireworks, parades, barbecues, carnivals, fairs, picnics, concerts, baseball games, family reunions, political speeches and ceremonies, in addition to various other public and private events celebrating the history, government, and traditions of the United States. Independence Day is the national day of the United States." Wikipedia

Bu son derece basit, ozet tanimda bile dikkatinizi cekti mi bilmem ama Bagimsizlik Gunu'nun ne ile ozdeslestirildigini anlatan 11 ayri oge sayiliyor ve siyasi icerikli maddeler en son dile getiriliyor. Onlarin onunde havaifisekler var, senlikler, kutlamalar, panayirlar, piknikler, konserler, yemeler icmeler var.



Bunun en onemli sebebinin kapitalizm oldugunu iddia edebiliriz. Unutmayiniz tuketim olmazsa bu sistem de olmaz, Amerika da. Tuketmek sistemin temelidir. Dolayisiyla bizlerin cok daha duygu yuklu yaklastigi milli mucadele ve bagimsizlik konulari Amerika'da biraz daha uretim-tuketim dongusu etrafinda geciyor. 

Bu durum tabi bizim gibi Ilkokul yillarindan beri beynine MILLI GUC, BAGIMSIZLIK, ZAFER, TURKLUK vb kavramlar yerlestirilmis, hayli duygulu insanlara cok itici geliyor. 

Ama inanir misiniz ben dun Amerika ile ilgili yeni bir sey daha kesfettim.

4 Temmuz'u siyasi konusmalar, milyonlarin katildigi buyuk yuruyusler, hep bir agizdan Istiklal Marsi okumalar, bagira cagira propaganda konusmalari yapmalar, olayli gosteriler, olaysiz gosteriler, polisler, gozyasi bombalari, tazzikli su tanklari vs vs yerine barbekuler, partiler, havaifiseklerle kutluyor ya hani Amerika, inanin kendi toplumu uzerinde ilk saydiklarimdan cok daha guclu bir etki birakiyor.

Oyle guzel, oyle cesitli ki havafisekler herkese farkli bir sey hatirlatabiliyor. 

Bana cocuklugumda Ankara'da 23 Nisan ya da 30 Agustos'ta atilan havafisekleri ve o iki gunun ne kadar guzel kutlandigini hatirlatti mesela; hemen yanimda benimle omuz omuza duran iri zenci kadina da kendi Jamiacasini.

Cocuksu bir heyecanla, "LOOK!!! LOOK AT THOSE ONESS!" diye bagirdi aniden, "THEY'RE LIKE JAMAICA!!" 

Evet tabiki Empire State binasi Amerikan bayragi renklerindeydi.


Ve evet tabiki ayni renklerde havaifisekler atildi ama her mavi, her beyaz, her kirmizi sanki Amerika Birlesik Devletleri'ni temsil ettigi kadar Amerika'da birlesik halde yasayan bu apayri insanlarin kendi kimliklerini de temsil eder gibiydi.


Sakin yanlis anlasilmasin, ulke ulke gezip degisik bayrak renklerini gostermek degildi amac.

Amac sadece insanlar bu guzel gunde, guzel guzel eglensinler, yorucu yasam kosusturmacasinin icinde renkli ve estetik bir gosteri izlesinler, rahatlasinlar, gevsesinler. 4 Temmuz'un guzel bir gun oldugunu hicbir zaman unutmasinlar; bugun hafizalarda her zaman senlikli, solenli, kutlamali, cosmali bir gun olarak kalsin.

Kizgin, kendi ideolojisini kanitlamak zorunda birakilmis, sozde demokrasi icinde ozgurluklerden ali konulmus, uzgun, buruk bir gun olarak degil.

Siyaset, fikir ayriliklari, catismalar, mucadeleler 4 Temmuz gibi guzel bir gunde son derece yersiz. Onlar baska bir zamanin konulari. 4 Temmuz dune, bugune ve yarina ait ozgurlukleri kutlamak adina verilen buyuk bir parti gibi. Hem de sadece ABD'nin degil, onun icerisinde yasayan her bir vatandasin da ayri ayri ozgurlugunun kutlandigi bir parti.

Ben ilk defa bu yil havafiseklere kapitalistlerin para tuzagi gibi bakmaktan vazgectim. Bu yil ilk defa once kendi icime baktim, kendi ulkemi dusundum ve gecmisimle gurur duyup sevindim, sonra da etrafimdaki insanlarin kendi ozgurlukleri icin mutlu olduklarini gordum.


Bu mutlulugun temsil edilgi gosteride havafiseklerle gokyuzunde Amerikan bayragi cizmeye calisilmadi.

Havada gulen suratlar vardi.

:)



Dunyanin her yerinde, her milli kutlamanin boyle guleryuzlu, ozgurce ve siyaset icin degil, ozgurlukler icin kutlanabildigi bir dunya dileklerimle.


Duygu