Monday, December 5, 2011

New York'ta Bir Isci Karinca

BOLUM 2
Proje Sunumu


Derin o sabah ise geldiginde onu bekleyen buyuk surprizden habersizdir. O gec kalmasini bir bardak kahveyle affettirmeyi planladigi icin kendini cok cakal sanmakta olsa da, patronu aylar oncesinden arkasindan is cevirmeye baslamis oldugu icin Derin'i bu alanda mahalle maci skoru tadinda bir farkla coktan yenmistir aslinda.

Cigirtkanlikta da en az cakallikta oldugu kadar usta olan ve eskiden onlerinde tekerlekli, tahta bir araba, onun ustunde de antik radyo parcalarindan tutun da 10 yil oncesinden kalma gazetelere kadar pek cok garip esyayla mahalle mahalle gezen eskicilerin ses tonunu aratmayan patronunun ta obur odadan baslayarak tum ofiste dalga dalga yankilandirdigi adini duyan Derin zipkin gibi sandalyesinden firlamis, "Yesss sir!!!" diyerek adamin odasina kosmustur.

"Derin, kapiyi kapat, konusmamiz lazim."

Zinkkk!

"Tabi" deyip kapiyi kapatmak uzere arkasini dondugu sirada kafasinda on yedi milyon ayri senaryo yazmistir bile Derin.

Once her seyi sabahki 25 dakikalik gec kalmaya mal edecek olsa da, hemen ardindan bunun hicbir sirket kulturunde insani isten cikarmaya yetecek kadar gecerli bir bahane olamayacagini dusunur. Gec kalmasi degilse ne olabilir ki sebep!? Acaba raporlarinda cok fazla sayisal hata mi yapmistir?!

"Aman canim, gunde milyonlarca dolar kazanan bir sirkette 3-5 dolarin hesabini da yapmazlar heralde!? Ulan, hesaplarin kusuratini tutmadim diye cebe indirdim sanmasinlar!? Yok artik! 10 yil ayni seyi yapsam 100$ anca eder. Bu yuzden olamaz!!"

"Yoksa sirket harbiden batti mi acaba ya!?Ama batsa ben bilirim en basta! Gerci 2008'de koskaca Lehman Brothers'in kendi batisinin farkinda olmamasini bile aciklayamiyorsak, biz kesin batmisizdir!! Ya koskaca sirketi yerle bir ettim gordun mu!! Tamam isi sevmiyoruz da batiracak kadar dikkatsizlik ne ara yaptim ya?!"

Ve benzeri cumleler kapiyi kapatmasiyla patronunun karsisina oturup bir seyler soylemesini beklemeye basladigi ana kadar gecen birkac saniye icinde kafasindan cikip havada asili kalan dusunce baloncuklaridir ve adamin uc kelimesiyle hepsi bir anda yerlere dokulup tuzla buz olur. 

"Ben isi birakiyorum."

...

"Bugun mu?"

Derin'in tepkisi yillarca otelcilik sektorunde sarhos misafirlerin cikardigi polislik kavgalardan tutun da pahali otel odalarinin parasini odedikten sonra bile cebinde hala yuzbinlerce dolarla geceyi gunduz etmeyi basaran "elit" hayat kadinlarinin sebep oldugu bayagi skandallara kadar pek cok siradisi olaya taniklik etmis bu deneyimli adami bile afallatmistir. 

Bir sure kafasinda soruya anlam vermeye calismis ve fakat basaramayinca istemdisi bir sekilde, "Nasil yani?" diye  cevap vermistir.

"Hayir yani bugun buyuk bir proje teslimi yapacaktim ya ben, eger siz bugun gidecekseniz onu hala teslim etmek durumunda miyim acaba diye merak etmistim."

"Derin?"

"Cok ozur dilerim, bir an sok oldum da boyle, anlamadim ben de, yani sacma bir...Neyse, neden peki?"

"Evleniyorum."

"Evin erkegi olmayi kabullenmenizi hic onaylamadim, hemen belirteyim."


Derin'in patronu Hintilidir. Hindistan'da hali vakti yerinde bir ailenin uc kizdan sonra tek ve son oglu olarak hayata baslamis, universiteye kadar en iyi Ingiliz okullarinda egitim alarak sirasiyla Isvicre, Roma ve Londra'da okuyup yasadiktan sonra New York'a tasinmis son derece basarili ve deneyimli bir is adamidir. Ve belki de tum bu deneyimleri sayesinde yillar icinde kendini begenmek yerine daha da uysallasmis, seker gibi bir insan haline gelmistir. Bu mutevazi tavrina bir de Hintli kokenlerinden gelen hayati tiye alan rahat halleri eklenince ortaya sakalasmayi seven, calisanlariyla iliskisini resmiyet uzerine degil de daha cok saygi cercevesinde arkadaslik uzerine kurmayi tercih eden bir patron cikmistir.

Bu durum her ne kadar Turkiye'de gecirdigi yillar boyunca hiyerarsiye ve sorgusuz sualsiz her turlu otoriteye saygi duymak gibi bir onceki yuzyildan kalma tavirlara alismis olan Derin'e basta cok sasirtici gelmis olsa da, artik yeni kosullara adapte olmus ve hatta kendini boylesi bir profesyonel ortamda cok daha rahat hissettigini kesfetmistir.  Dolayisiyla patronuna yaptigi bu sakanin herhangi bir sikintiya sebebiyet vermeyeceginin farkindadir. Kaldi ki artik konunun kendisinin isten atilmasi olmadigini da iyice ozumseyen Derin son 1 yildir birlikte calismaktan zevk aldigi bu adamin artik patronu degil de sadece arkadasi olabilecegini dusunmekten de keyif almaya baslamistir bile.

"Haha siz degil misiniz burda bana atom karinca diyen! Ben yerimde durur muyum ya?"

"Pek ihtimal vermiyorum ama isi birakmaya sebep olarak evleniyorum deyince ben de tipik dogu kulturu etkisini gostermis heralde dedim".

"Iyi de tipik dogu kulturum agir basmis olsa ben calisir karimi evde oturturum di mi ama!?"

"E iste o tersi durum da New York kulturunun konuya mudahale etmis hali."

"....Derin evde oturmayacagim anlastik?"

"Size guvenim sonsuz! Peki bir saniye, isi birakmak niye o zaman?"

"New York'tan tasiniyorum cunku!"

"NEREYE??"

"Tahmin etmek icin 3 hakkin var desem?"

"BREZILYA DERIM!"

"Aynen oyle!"

"Offf ama bu bana yapilacak sey mi Sali Sali??"

"Sali olmasinin ne ilgisi var konuyla?"

"O cok uzun hikaye simdi anlatamam ama Salilari sevmem."

"Peki. Immmm her neyseeee; sakin kimseye soyleme ama cok buyuk projelerim var Brezilya icin. Biliyorsun tam bir yatirim cenneti suan."

"Biliyorum 200 milyonluk nufusun sadece %10'undan azi gelir vergisi verdigi gibi yeni yapilan yatirimlara da merkez bankasi cok dusuk faizli krediler sagliyor. Tesviklerden bahsetmeye baslamayalim bile. Kaldi ki ailenizi orada kuracaksaniz..."

"Derin Derin!!! Nefes al! Biliyorum seviyorsun, her tatil firsatini orada degerlendirmeye bakiyorsun, piyasayi da cok siki takiptesin. Tum bunlarin farkindayim. Tam da bu yuzden bu teklif icin senden daha iyi birini dusunemezdim."

"Suphesiz! Ne teklifi!?"

"Beraber Brezilya'nin ilk super luks butik otelini kurma teklifi tabiki!"

Bu cumleyi takiben Derin'in sinir tanimayan hayalkurma gucu onu o odadan cikarmis, coktan insa edip, acmis ve isletmeye baslamis oldugu luks otelinin icindeki mekanda, camiadan unlu simalarin katilim gosterdigi partiye goturmustur. Kendini uluslararasi yazar ve gazetecilerden meydana gelen samimi bir sohbet ortaminda cinsel ozgurlugun sinema uzerindeki etkileri ya da mesela yapay zekanin ne zaman gunluk hayatta bir fiil kullanilabilecegi gibi ilginc konulari tartisirken bulmustur.

Patronunun arada anlattigi finansal bir takim detaylari uzulerek de olsa kacirmis olan Derin, "Bu tarz konularda cok yetenekli oldugunu da biliyorum, bu dugunu organize etmede bana yardimci olur musun?" cumlesini duymasi uzerine New York'ta oturmakta oldugu odaya geri doner.

"Hangi dugunu?"

"Off Derin!!! Sabahtan beri ne anlatiyorum ben sana!! Benim Hint dugunum. Sen organize eder misin?? Merak etme butcemiz sinirsiz. Ne istiyorsan onu yap! Yeter ki gorkemli olsun. Bir de mustakbel esim de benim gibi Hindistan'dan ama Hawaii'yi cok seviyor. Dugunu orada yapmak istiyoruz."

Her ne kadar paraya pula onem vermese de, bu sehirde kira odeyebilmek ve sehrin insana sundugu tum firsatlari somururcesine kullanabilmek icin esek degil mamut yukuyle para kazanmasi gerektigini kesfetmesi uzerine finansa yonelen Derin onceleri New York'ta bu tarz dugun dernek organizasyonu isleriyle ugrasmistir. 

Suan her ne kadar sabahki Karayipler ruyasindan coktan uyanmis olduguna emin olsa da yine de nefes almaya devam edebilmek ve duymakta oldugu cumleleri kendi icinde bulundugu gerceklige oturtabilmek icin bahsedilen konulari kafasinda ogelerine ayirmasi gerekmektedir.

Oncelikle eger kabul ederse cok yakinda dunyada en cok merak ettigi ulkelerin basinda gelen Brezilya'ya tasinmasi istenmis ve orada yillarca hayalini kurdugu tarzda luks bir butik otel yatiriminda gorev almasi teklif edilmistir. 

Tabi once sinirsiz butceli, bir haftalik, dillere destan bir Hint dugunu organize etmesi gerekmektedir.

Hawaii'de.


Derin kafasinda tum ogeleri ayri ayri degerlenmis, her birini olcmus bicmistir. Sira sohbetin bir sonraki asamasi olan tepki vermeye gelince ise her zamanki basarisindan asla odun vermeyerek en mukemmel cevabi vermistir elbette.

"O zaman, bugun sunacagimiz proje iptal oldu, oyle mi?"


~~~

Wednesday, November 30, 2011

New York'ta Bir Isci Karinca

BOLUM 1
Yine mi?


Sabah saat 10 civari. Disarida piril piril bir hava var, gunes son derece comert, sanki bir onceki aksam aya karsi verdigi savasi yine kaybettigi icin simdi inadina parlar gibi.

Gunlerden cumartesi ama fark etmez zaten; burada kimse gunleri, saatleri falan takip etmez, haftanin iki gunu var gibidir; cuma, cumartesi, donusumlu olarak kullanilir. Cok da adil bir yerdir yani, bir tane haftaicinden, bir tane de haftasonundan gun secilmistir.

Derin yeni uyanmaktadir. Bembeyaz yatak carsaflari daha dun degistirilmis, taptaze, enerji doludur. Istese biraz daha yatakta takilabileceginin farkindadir, nasilsa yetismesi gereken bir yer yoktur ama o kalkmayi tercih eder. Sabah esintisinde kucuk kucuk kipirdayan ince keten perdeden suzulen gunes isinlari onu heyecanlandirmaktadir. Bir an once kalkip o masmavi gokyuzuyle masmavi okyanusun birbirine karismasini izlemek ister. Kosarak beyaz boyali ferforjeden balkona dogru gider, tam elini uzatmis perdeyi aralayacakken iceriden bir ses duyar.

Garip bir ses, o an yasadiklariyla ortusmeyen bir ses. Kus civiltisi dese degil, sevgilisi onceden kalkip mutfakta kahvalti hazirlamaya basladiysa kaynayan suyun sesidir belki. Ama olamaz; boyle inceden inceye bir tislama gibi degildir bu ses, baya borazan gibidir aksine. Aceleci ve sinir bozucu itfaiye arabalarinin sireni mi desee yoksa geri geri giderken kamyonlarin cikardigi o lanet ses mi? Ama karayip sahillerinde oyle buyuk kamyon ne gezer?

Kamyon falan degil de bu ses sanki....telefon sesi gibidir.

Telefon mu?

Telefonu burada degil ki. Peki yanina almadiysa nerededir acaba simdi?

Su lanet ses bir sussaydi belki dusunebilirdi!! Nereden geliyor bir bulsa!

Hah buldu galiba!! Ah iste telefonuymus, tam tahmin ettigi gibi.

Bir dakika.

Elinde tuttugu telefonsa eger, o zaman bu ses de alarm olmali!

Alarm mi!?!?! Yine mi?!?..

Derken uyanir. Ne gunesli bir sabahtir o sabah, ne de Karayip sahillerindedir o sirada.

Derin New York'ta yasamaktadir ve o sabaha da New York'ta gozlerini acmistir. Ha bu arada gunlerden de cumartesi degildir elbette.

Salidir.

En boktan gundur ona soracak olursaniz cunku Pazartesiye kendini hazirlayabilir insan. Tum pazar gununu boyle gecirir hatta. Gunduzden durum kontrol altindadir da saat aksam 4-4.30 oldu mu o korkunc kabusa hazirlanmaya baslar. Banyo falan da yapar, artik zihinsel zindanlarini fiziksel eylemlerle mi rahatlatmaya calisiyordur nedir bilinmez ama illa ki uzunca bir banyo yapilir pazar aksamlari.

Sonra Carsamba vardir bir de. O sempatik gun. Ortada ya, o bitince hafta bitmis gibi hissedilir nedense. Persembe deseniz insan kendini artik 4 gundur ust uste calismakta oldugu icin otopilota almistir. Persembe nasil basladi nasil bitti hatirlanmaz pek. Cuma da tum dunyada Uluslararasi Isten Kaytarma Bayrami ilan edildiginden zaten haftaicinden sayilmaz.

Ama Sali gunleri tam bir iskencedir Derin icin.

Bir hisim alarmini kapatir telefonunun, aslinda icinden onu Karayip sahillerinden sokup aldigi icin karsi duvara firlatip uzerinde tepinmek gecmektedir ama bir yandan da yeni telefona verecek parasi olmadigini dusunmektedir. Bu yuzden adi gibi bir nefes alip adina yakisir sekilde sakince yatakta dogrulmayi tercih eder. Yine sakince telefonuna uzanip saatin kac olduga bakiverir ve ruyadan cikip gerceklige ucan hayati isik hiziyla kotu bir kabusa dogru isinlanir.

Saat 8:02'dir. Yani gunun 2 dakika once iste olmus olmasi gereken kismi. Hizli kostum degistirmede usta 40 senelik Broadway oyuncularini 40 kez sollayarak giyinir, odasindan sokak kapisina kadar depar atarken bir yandan ayakkabilarini ayagina gecirir, ote yandan da cantasini ogle yemegi icin cikolata, portakal suyu, armut, meyveli yogurt ve mikrodalga firinda isitilabilen donmus Thai yemegi gibi birbiriyle alakasiz besin urunleriyle doldurmaktadir. Bir yandan da kafasinda sokak kapisindan metro duragina kadar atacagi depar sirasinda saclarini tepeden toplayip, cepten maillerine bakmayi planlamaktadir.

Saat 8.12'de Derin metronun kapisindan iceriye adimini atmistir. Bundan sonrasi onun sorumlulugunda degildir artik. Sonucta patronu da kendisi de New York'ta yasamaktadir. Her ikisi de cok iyi bilir ki bu sehirle ilgili cekilen filmlerin yarisinda insanlar metroda bir felaketle mucadele icindedirler (Diger yarisinda da asik olup birbirleriyle tabi). Her an kapidan iceri elinde 3-5 tane ayri silah tasiyan, deri ceketli bir gangster, pesinden de  yakisikli mi yakisikli, karizmatik mi karizmatik bir tane polis girebilir mesela. 

Ya da gercek hayatta karizmatik ve yakisikli polis diye bir sey olamayacagi icin, Derin'in de aralarinda bulundugu 1 numarali metro hatti yolculari yer altinda yasamakta olan ve yillar icinde radyoaktif atiklarla beslenmekten devasa boyutlara ulasmis, kirmizi gozlu bir farenin saldirisina ugrayabilir.

Belli olmaz bu isler. New York'ta bir sabah 8'de bir de aksam 6da metroya binenler baslarina ne gibi felaketler gelebilecegini asla bilmeden biner o metroya. Her defasinda yeniden goze alinan siradan bir risktir bilinmeyen.

Dolayisiyla sabah 8.00 yerine 8.22'de iste olmak tumuyle Derin'in sucu sayilamaz. Ne maceralar vererek taa Karayiplerden kalkip ise gelmeye tenezzul ettigi icin patronunun mutesekkir olmasi gerekir hatta! 

Bu fedakarligindan dolayi patronuna karsi 1-0 onde oldugunu hisseden Derin, 2 dakika Starbucks'a ugrayip bir kahve alivermesinin de sorun yaratmayacagina karar verir ve is yerinin hemen yanindaki mis kokulu kahve dukkaninda buluverir kendini.

Burada da tipki metroki gibi super duzenli ve hizli bir kargasa hakimdir sabahin o saatinde. "Corporate America" ordusunda gorevli, siyah takimlar icinde adamlar, yuksek siyah topuklar ve siyah pardesuler icinde kadinlardan olusan 15-20 kisilik asker grubunun duzenli tek sirasina, sag ve sol yanlardan iki yesil onluklu Starbucks insani eslik etmektedir. Agizlarinda elektronik, teknolojik ve supersonik bir takim aletlerle siyahli askerlerin kafein siparislerini alip, kafenin obur ucundaki KKK'ya, yani kahve kontrol kulesine iletmektedirler. Bu arada kasaya ulasan siyahli asker yillar icinde zorla bagimlisi haline getirildigi kahvenin, kenar mahallelerde neredeyse harac olarak kesilebilecek kadar yuksek olan ucretini oder. Son asama olarak kafeine kavusma masasinda suslu puslu kahvesi 2 saniye once podyumdaki yerini almis, hizla tuketilmeye hazir bir sekilde onu beklemeye baslamistir bile.

Tum bu islemler sirasinda havada dolasan ugultuda ise sunlar duyulmaktadir:

"Frapaccinomachiatosoydoubleespressomocachinoventiicedteatazograndeskinnylattereadypeppermint"

Cik cik cik.

Hic tasvip etmez Derin bu tarz tipleri. Hem nedir bu kahve sevdasi hic anlamaz, ayrica siyaha olan bu duskunlugu de kucumser. Hic yaratici degildir boyle surekli siyah giymek. Kendisinin o sabah uzerine gecirdigi siyah etek, siyah ceket, siyah ayakkabilar ve o siyah yagmurluk tumuyle aceleden oyle denk gelmistir. Yoksa bu sehirde siyahi cok sevmeye basladigi icin degil.

Kahveden de hic haz almaz zaten, sadece o sabah Karayiplerden koparilip bu organize kaosa suruklenmis olmanin sokunu ustunden atamadigi icin kahve cekmistir cani. Yoksa o Christmas doneminde cikardiklari Caramel Brulee Latte'nin yuzlerce metre oteden burnunda tutmeye baslayan kokusu onu hic heyecanlandirmaz.

Starbucks'tan cikip elinde iki adet kahveyle ofisten iceri girdiginde (patronuna da almistir bir tane; yazik simdi o da Corporate America askeridir ne de olsa, bagimlisi oldugu seydir o kahve; cani ceker, kafasi isine konsantre olamaz, is guc aksar, sirket batar falan diye almistir. 25 dakikalik rotarla hicbir ilgisi yoktur elbette) bu karanlik Sali sabahinda adi gibi bir nefes daha cekebilecegini gorur. Evet, kendiyle ayni seviyedeki butun is arkadaslari coktan gelmis, gri bilgisayarlarinin karsisinda yesil ($) dunyalarina ucup gitmislerdir bile ama patronu henuz ortalarda gorunmemektedir.

Yuzunde sinsice bir gulumsemeyle masasina yonelir, siyah montundan kurtulur, gri bilgisayarini acar ve patronu gelene kadar -ki son 3-5 rahat dakikasi oldugunun farkindadir- mis gibi yanik karamel kokulu kahvesini yudumlayarak, sadece 1 saat once yatmakta oldugu yatagi dusunmeye baslar. Hani beyaz carsafli olan, hani Karayipler'deki.

Cok degil, bir iki seneye tek isi dunyayi gezmek olacaktir ne de olsa.

~~~

Wednesday, September 21, 2011

Atlanta Atlanmaz.

Cile ceke ceke, Amerika geze geze bitmez. Ama ben elimden gelenin en iyisini yapmadan rahat edemeyen bir tipim. O yuzden sevgilimi taktim koluma, yine dustuk yollara.

Atlanta'dayiz bu sefer.

Amerika'nin filmler, diziler, sarkilar, kitaplar vs vs yollarla beynimize islemeye calismadigi nadir sehirlerden biri oldugunu dusunuyorum cunku gitmeden once kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayim bir turlu gercege yakin bir imaj cizemedim kafamda. Hatta o kadar yanlis anlamisim ki bu sehri gidince soktan soka girdim.

Guneye yakin olmasi sebebiyle benim hayalimdeki Atlanta siyahi nufusun yuksek, egitim ve kalkinma seviyelerininse dusuk oldugu bir sehirdi.

Ancak bu kadar yanilabilirdim.

Her seyden once Atlanta kucuk bir sehir falan degil. Onlar da kendi caplarinda Amerika'daki gokdelen dikme yarisina katilmis, kazanamamis belki ama ilk 10'a girmis. ABD'nin 9. buyuk sehri olmus.

Nufus hic de benim sandigim gibi degil, iki renkten sehir sakinleri esit sayida ve kol kola.

Kol mol demisken, Coca Cola'nin da dogum yeriymis Atlanta. Her zaman sessizlerden korkmali zaten! Hakkinda filmler cekilmiyor, kitaplar yazilmiyor ardi ardina belki ama Amerika'nin istisnasiz butun ulkelerde satmayi basardigi; sayesinde dunyayi ele gecirdigi o mucizevi icat buradan cikmis demek ki.

Mr. Cola! Ozellikle de agir kumpirlerin, yagli yagli pizzalarin, hamburgerlerin yanina cok yakisan diyet versiyon; sayende 4-5 milyar insan kendini ince hissediyor. Saygilar.

Neyse devam edelim. Cola, gokdelenler dedik. Dunyanin en uzun 56. binasi olan Bank of America binasi da bu sehirde. Gerci dunya ilk onundan pek cok bina kendi yasadigim sehirdeyken niye 56. beni bu kadar heyecanlandirdi bilemiyorum. Yapi uzaktan bakinca gercekten pek bir sirindi o yuzden herhalde.


Genel anlamda sehir temiz, bakimli ve davetkar. Fiziksel olarak pek cok buyuk Amerikan sehriyle ayni kaliba sigdirilabilir. Sanat ve tarih muzeleri, parklari, tarihi tiyatrolari, unlu restoranlari, gokdelen tepesinde donen barlari, alis veris merkezleri, akvaryumu (dunyanin en buyugu) vs ile tam bir Amerikan sehri. Tek eksigi New York ya da San Francisco'da sizi tokatlarcasina carpan o basinabuyrukluk! Tatlar, kokular, cigliklar, renkler, kargasa icinde huzur; bunlari ozellikle hayatinizda isteyen bir tipseniz Atlanta'da aradiginizi bulamayacaksiniz. 

Yok aman diyeyim koku moku istemem diyorsaniz ilk ucaga atlayin, dogru Atlanta'ya! Sanki tasinsaniz rahat, duzenli ve mukemmel bir hayat yasayacaksiniz izlenimi birakiyor insanda. Ustune ustluk super ucuz. Emlak canavari olarak derhal yerel halkla temaslarda bulunup, neredeyse bilimsel gecerlilikte bir sunum yapacak kadar bilgi topladim. Sehrin en pahali evi -tam bir malikane- $1 milyon degerinde. Yani New York'ta guzelce bir mahallede, orta buyuklukte (bize gore kucuk), belki manzarali belki de degil bir apartman dairesi.

Simdi uzuleyim mi sevineyim mi, ne hissedeyim tam bilemiyorum. Artik siz yorumlayin durumu. Ozetle "Amerikan Ruyasi"ni gerceklestirmek icin mukemmel sehir. Ama bana bu kenti sevdiren taraf ruyalar muyalar degil.

Duyarlilik.

Son derece bilincli ve acikfikirli bir sehir burasi. Inanamiyorum. Ben kendimi sokak cetelerini ve agir, baharatli zenci mutfagini kesfetmeye gidiyorum sanirken bir baktim Avrupa ulkelerini utandiracak seviyede esitlikci ve birey haklarina saygili bir ileri demokrasi sehrindeyim.

Boyle dusunmemin pek cok sebebi var ama ben ozellikle bir tanesini sizlerle paylasmak istiyorum.

Bu bir gosteri. Gosteri kelimesi yetersiz kaliyor gerci. Daha cok deneyimsel bir simulasyon diyelim.

Dialog in the Dark. 
http://www.dialogtickets.com/

Nedir, nasil hissettirir herkese gore degisecek, son derece kisisel bir deneyim bu ama ben yine de kendi "gozumden" anlatmaya calisayim.

Bilet alip, iceri girdikten sonra uzerimizde isiga sebep olabilecek saat, telefon gibi her turlu esyayi kilitli bir dolaba kaldiriyoruz. Gosteriye katilmaya haziriz. Ne beklememiz gerektiginden pek emin degiliz. Konuyla ilgili genel bir fikrimiz var sadece ama ne yasayacagimiz, neler hissedecegimiz mechul.

Gorevli geliyor ve 10 kisiyi tek bir grup halinde siraya dizip, her birimizin eline birer degnek veriyor. Ben heyecandan en ondeyim.

Buyuk hata.

Hep beraber simsiyah bir odaya aliniyoruz. Uzerine oturmamiz icin tam bizim sayimiz kadar kup var. Hem oturak hem lamba, yumusak yumusak karanlik odayi aydinlatiyor kupler. Gorevli ortamiza gecip, anlatmaya basliyor. Iceride siki sikiya uymamiz istenilen kurallar var. Kadinin sesi hem sakin hem de bir o kadar otoriter. O anlatirken farkediyorum, kupler yavastan kararmaya basliyor. Odaya giderek artan bir siyahlik hakim oluyor ve kadinin son cumlesiyle beraber her yer zifiri karanliga burunuyor.

Gozlerim alisamiyor, ay dur neredeyim ben diye bocalarken gur mu gur bir erkek sesiyle irkiliyoruz. Gorevli kadin gitmis, yerine rehberimiz gelmis. Ismi Cowboy. 

Cowboy kör.

Bizden ayaga kalkip sirayla onunden gecmemizi ve gecerken de ismimizi soylememizi istiyor. Bu kisimda fena degilim, zar zor da olsa sesini takip ederek nerede oldugunu buluyorum ve onunden adimi soyleyerek geciyorum. O ana kadar onunla tek birebir iletisimim bu. Sadece adimi soyluyorum ve taniyor artik beni. Ne zaman, nerede oldugumu biliyor.

Iceri giriyoruz. Degisik odalardan gececegiz ve tam 1 saat boyunca dunyaya kör bir insan olarak bakacagiz.

Ilk odada bir orman yaratilmis. Yerler yumusak. Hava serin ve ruzgarli. Kokular, sesler hepsi uzerimizde bir ormandaymisiz hissi yaratiyor. En onemli arac sesimiz. Yonumuzu bulmak icin surekli birbirimizle konusmak zorundayiz ama biz daha o kadar acemi bir grup koruz ki panige kapiliyoruz. 

Degnekler birbirine ve hatta birbirimize carpiyor surekli. Yavas ve sakince yapmamiz beklenen tum hareketler aceleci, panik ve korku icinde yapiliyor. Cowboy kimsenin elinden tutup saga sola yonlendirmiyor. Sadece surekli konusuyor ve sarki soyluyor. Sesi de pek guzel ama o sirada onu takdir edecek halde degiliz hicbirimiz.

Ben son derece tirsmis durumdayim. Etrafimda surekli acele icinde yonunu bulmaya calisan, konusmak yerine bagirip cagiran iri Amerikalilar; yavas yavas saga sola hareket etmek istesem bile beni geri itiyorlar. Sinirim bozulmaya basliyor. Gozlerim portlemis durumda ama hicbir bok goremiyorum.  Etrafim panik icinde yabancilarla cevrili bir halde, issiz bir ormandayim. Harika!

Pes edip hile yapiyorum. Sevgilime yapisiyorum. O ne tarafa yonelirse ben de o tarafa gitmeye calisiyorum ama nerdeyiz goremedigimiz icin o ilerleyebilirken ben kocaman bir duvarin arkasinda kalabiliyorum ya da aramiza bir degnek sokuluyor ve ister istemez ondan uzaklasmak zorunda kaliyorum. Ayrica basamaklar var. Yokuslar var. Ayagim bir anda bosluga denk gelebiliyor.

Tam bir kabus.

Sanirim baslangic carpici olsun istemisler ve kesinlikle basarmislar. Ormandan cikmayi becerdikten sonra kendimizi bir super markette buluyoruz. Isi normallesiyor. Ruzgar duruyor, kuslar susuyor. Yumusak toprak zeminin yerine sert kayganca bir zemin geliyor. Raflar var. Her taraf raf. Cowboy raflarda duran urunleri elimize alip ne olduklarini soylememizi istiyor.

Ben elimde bir makarna kutusu tuttugumu soyluyorum. Pirinc olmadigini nereden biliyorsun Duygu diyor. (Evet benim kim oldugumu cok iyi biliyor.) Sonra elmalari, cilekleri, cikolatalari koklayarak tanimaya calisiyoruz. Daha rahatiz artik. Herkes elindekinin ne oldugunu anlamakla mesgul. Bagiris, cagiris, ilk andaki panik azalmis durumda. Alisverisin sonuna geliyoruz, normalde sirada odeme fasli var diyor Cowboy ama elmayla armutu zar zor birbirinden ayiran bu 10 kisilik acemi Ã¢ma grubundan beklentisi epey dusuk oldugu icin hic kasmiyor bile. Marketten ayriliyoruz. Bir marinaya gidip biraz denizde turlamak icin oradan bir tekneye binecegiz ama marinayla market arasinda bir otoyol var; karsidan karsiya gecmemiz gerekiyor.

Arabalardan meydana gelen bu orman bastaki gerceginden de beter. Kisitli bir suremiz var ve 10 kisiyiz. Hep birlikte karsidan karsiya gecmemiz gerek. Basaramiyoruz elbette. Sagdan soldan araba sesleri geliyor vizir vizir!! Cowboy bagiriyor. "Cabukk!! Cabukk!!" ve kacinilmaz gerceklesiyor. Birimize araba carpiyor. Oracikta can vermesi gereken acemi Ã¢ma, sadece derin bir nefes veriyor.

Tekneye ulasiyoruz. Resmen sallana sallana yol aliyor teknemiz. Martilar, hafif bir meltem, deniz kokusu, hepsi sasirtici derecede gercek. Biraz rahatliyoruz denizde. Grupca keyfimiz yerine geliyor, az once yasanan trajediyi unutmayi basariyoruz ama sonsuzluga uzanan denizin mavisi ve ona karisan gok olmadan ne tekne ayni tekne ne de deniz ayni deniz.

Tur bitince son duragimiz olan bara geciyoruz. Canli muzik dinleyecegiz ama daha bastan bitkiniz. Oturacagimiz masaya yerlesmek bile bir iskence. Birbirimizin ayagina basiyoruz, ustune ya da hepten yanlis bir masaya oturuyoruz. Keyif almak amacli gittimiz bar bizi daha beter sikintiya sokuyor.

Bar deneyiminin de sonunda Cowboy simulasyona son veriyor. Artik gercek hayattayiz ama isiklar yanmiyor. Hep bir arada sohbet ederek karanlikta ona sorular sormaya basliyoruz.

Omrum boyunca hepi topi 1 saat "gordugum" bu adamla aramda son derece duygu yuklu bir bag olusuyor.

Sonradan kor olmus. Bir trafik kazasinda. 3 cocugu varmis. Kazadan sonra 1 ay komada kalmis ve sonunda kafasinda kucukken dinledigi bir sarkiyi soyleyerek uyanmis. Esi uyandiktan 15 gun sonra boyle buyuk bir yuku kaldiramayacak kadar genc oldugunu soyleyip bosanmis. Cowboy'u kendi karanliginda yalniz birakarak cekip gitmis.

Hayati kotu bir Turk filmi gibi gecmis bu adam her seye ragmen dunyanin en neseli, en gamsiz insani! Cok da sansli oldugunu dusunuyor. Dunyasi derin bir siyaha burunmus olsa da sonucta hayatta kalmis, sukrediyor ve hepimizden daha net adimlarla tek basina yasamina devam ediyor.

Sohbetin sonunda agzim acik, yuregim sikismis bir sekilde karanlik odadan ayriliyorum. Cikista bir ani defteri var. O kadar cok duyguyu ayni anda yasiyorum ve o kadar karmasigim ki o anda sayfalarca yazi yazmak istiyorum ama su satirlari yazarak oradan ayriliyorum:

"Cowboy,

Thank you for your guidance inside and into a new way of seeing life. I will NEVER forget you.

Duygu"

Simdi bazilariniz insan parayla kendine boyle iskence eder mi diye sorabilir. 

Eder ve etmelidir de. Bilet satislarindan elde edilen para hic kar gozetmeksizin korlerin hayat kalitesini yukseltmekte kullaniliyor. Kaldi ki bu interaktif sergi/deneyim/gosteri sayesinde hem bizim gibi kendini "normal" sanan insanciklarin biraz da olsa gozu aciliyor, hem de baska yollardan is bulup kendi ayaklari uzerinde durmasi imkansiz olan insanlar icin istihdam yaratilarak onlara firsat esitligi saglaniyor.

Tum bunlari dusundukce dunyanin gelecegi icin hala umut varmis gibi hissediyorum ve bu fikri ortaya koyan o yaratici beyni de resmen elime alip opmek istiyorum!  Ve elbette bana bu guzel duygulari yasatan Atlanta kalbimi fethediyor; ictigim suyun tadi daha bir guzel, soludugum hava daha bir ferah gelmeye basliyor.

Ben artik Atlantayi da Atlanta insanini da cok seviyorum. Cektigim fotograflardan birkacina goz atin, siz de seveceksiniz inanin. Ama fotograflara gecmeden once hatirlatmak isterim, seyahatlerim ve abuk sabuk deneyimlerim tum hiziyla devam edecektir. Dunyayi kesfetmek ve yeni yerleri tanidigim, tanimadigim herkesle paylasmak benim en buyuk zevkim. Eger burada anlattiklarimdan daha fazlasini merak eder veya daha da iyisi kendi kesif turunuza cikmak icin yardima ihtiyac duyarsaniz bana ulasin. Ne de olsa o kadar buyudum, otelci oldum. Size guzel bir rota da cizebileyim degil mi?


Cok gezen mi bilir, cok okuyan mi sevgili okuyucu!?

Dunyanin en gereksiz sorusudur. Niye birini otekine tercih etmek zorunda olalim ki? Hem gezip, hem de okuyabiliriz. Simdi siz Atlanta'yi okudunuz ya da ben gezdim diye her seyini biliyor mu olduk? Bir daha ben hayatta bu sehirle ilgili kitap okumayayim, siz de sakin buraya gelmeyin, zaten okudunuz cunku. Oyle mi?

Sizi bilmem ama ben dunyayi okuyorum da geziyorum da! Aynisindan siddetle size de tavsiye ederim.

Bir sonraki durakta gorusmek uzere,

Duygu

 High Museum of Art


High Museum of Art
Sanata, mimariye, tasarima epey duyarli bir sehir Atlanta.  Bu muze bana Guggenheim'i animsatti. Icinde dolasmasi cok keyifli bir yer.

Muze ve icindekiler ayni elden cikmis gibi!
Benzerlik cok hosuma gitmisti, ben de durmadim fotografini cektim!

Muzenin magazasinda el kadar cocuklara Andy Warhollari, Matisseleri ogretmek icin basilmis kitaplar.
Bir yandan cok seviniyorum boyle seyler gorunce, bir yandan da kahroluyorum. 
Ikincinin sebebini siz biliyorsunuz.

Hepsi ve daha fazlasi cocuklar icin! 
Cocuklarin ufku genislesin, bakis acilari zenginlessin diye.
"Egitim sart!" sadece komedi temali telefon reklamlarindan akilda kalan iki kelime olmamali.

Bu binanin adi Siluet. Nedenini gorebiliyor musunuz?
Yaraticilik. Nokta.

Muzeden ciktik. Aciz. Restoran bulmak icin Urban Daddy'e saldirdik ama kendimizi 
hala New York'ta sandigimiz icin 
"Duvari mavi boyali, yemekleri az tuzlu, garsonlari cok neseli" 
falan gibi fazla net bir arayisa girdik ve sonuc bu ekran oldu. 
Atlanta cok iyisin, cok hossun da New York degilsin sen galiba.

Ote yandan New York'dan daha merhametlisin galiba.
Dogma buyume Atlantali olan
 eski Belediye Baskani Andrew Young'in bu sozu kapitalizme meydan okur nitelikte. 
Boylesine Amerika'da az rastlanir demedi demeyin.



Georgia Aquarium
Ve o devasa akvaryumdayiz. 
Yunus Showu hayatimda izledigim en inanilmaz sey olabilir.


Yedi gobek Izmirli sevgilimi bile sasirtacak cinsten 
bir okyanus yasamiyla karsi karsiyayiz.

Sehirdeki denizatlarinin bile bu kadar estetik olmasi gercegini es gecemedim.
Pardon.

Ve akvaryumdan son kare.
Conan O'Brien 'in yunus olmus versiyonu.
Bilmem siz sever misiniz ama Harvard mezunu bu komedyene ben taparim 
tipki Okan Bayulgen'e taptigim gibi. 
Zaten bir solukta ikisi arasinda on benzerlik de sayabilirim ama 
Okan Bayulgen'in yunuslasmis halinin ulkenin en populer turist mekanlarindan birinin tam ortasina koyulmasina izin verecegini pek sanmiyorum.
Amerikalilar suludur.

Akvaryumdan ciktik. Atlanta'nin en unlu lokal kitapcisi kimdir dedim,
Outwrite Books kitabevi dediler.
Bir gittim, "out"write cunku escinseller tarafindan escinseller icin acilmis bir kitapci.
Inanilmaz seker bir yer.
Yani anlayacaginiz uzere acikfikirli bir sehir Atlanta.
Herkese ve her seye gonlu de beyni de acik.
Nefes alip verin yeter.


Atlanta'nin en unlu parklarindan Piedmont Park'ta 
acik hava sanat senligine denk geliyoruz sans eseri.
Yer, gok her taraf bastan asagi degisik sanat eserleriyle kayniyor.
$10'a da alacak eser var, $100,000'a da.
Ey kredi kartlari, ey cek defterleri.
Siz nelere kadirsiniz!

Istemeyerek de olsa Atlanta'ya gule gule deyip 
eve donmek uzere yola koyulmadan son bir kare.
Sen mi buyuksun Atlanta, ben mi?

(Ben!)

:)

Wednesday, September 14, 2011

Ayirmiyoruz Ayarliyoruz.

Basimdan cok garip bir olay gecti. Bunu sizle paylasmazsam rahat edemeyecegim. Konunun hassasiyetine ragmen olanlari tum ictenligimle ve en ufak ayrintisina kadar anlatiyorum.

"Crash" diye bir film izlediniz mi? 2006'da En Iyi Film Oscarini kazanmisti. Kendimi bildim bileli her turlu renge, dile, dine, irka, cinsiyete, cinsel tercihe yani INSANa kapisi acik olan ben o filmden epey etkilenmis, uzerine cok dusunmustum. Nereden bilebilirdim ki gun gelecek benzer bir film de kendim cekecegim.


Ben irkcilik yaptim.

Nasil oldu hala cozebilmis degilim, beraber anlamaya calisalim ama once bir konuda anlasalim; disaridan belki de cok tehlikeli, kapkara bir orman gibi gorunen Manhattan aslinda oldukca medeni ve guvenlidir. Garip bir guven duygusudur bu. Herkes her an bir tehlikeyle karsilasmaya hazir gibidir ama ote yandan da tehlike falan cikmayacagini bilir. Aciklamasi zor ama oyle.

Ben mesela, iki yil once ilk yerlestigimde hic bilmedigim sokaklarda, hic tanimadigim insanlarin arasinda sabaha karsi, altimda mini eteklerle tek basima gezip tozdugumu, ustune arsizca metroya bindigimi bilirim. Sen sansliymissin da demeyin, ayni sekilde davranan yerli ya da turist milyonlarca insan var. Yalniz tabi yerliler olarak sabaha karsi dondugumuz yer evimiz. Turistlerinse otellerine donmesi beklenir degil mi?

Her zaman degil.

Burada oteller cok p-a-h-a-l-i!! Bu da tabi organik olarak otele alternatif bir konaklama yonteminin dogmasina sebep olmus.

Subletting.

Yani cok daha dusuk bir ucret karsiligi lokal birilerinin evinde kalmak.

En cok basvurulan adres ise belli: craigslist.com.

Nasil isliyor?

Siteden tum dunyanin erisimine acik bir ilan veriyorsunuz ev sahibi olarak. Evinizi tanitiyorsunuz, istediginiz fiyati ve misafir kabul edebileceginiz tarihleri belirtip cevap beklemeye basliyorsunuz. Size cevap veren insanin seri katil mi yoksa Ivy League okullarindan birinde master yapmaya gelmis tertermiz, iyi aile cocugu bir tip mi oldugunu "hissetmek" size kalmis.

Sahtekarlik hikayelerine de rastlayabilirsiniz elbette ama genel anlamda cogu insan durust. Gercekten sadece uygun fiyatlara konaklayabilecekleri, temiz, guvenli bir oda ya da ev arayisi icindeler. Dusununce her iki tarafta da epey risk aliyor aslinda. Soz konusu oda kiralamaksa eger, birbirini HIC TANIMAYAN iki insan ayni cati altinda (ki Manhattan catilarindan bahsediyoruz, evler Turkiye'deki mutfaklar kadar. Mahremiyetten eser kalmayabiliyor) gunlerce bir arada yasamak zorunda.

Ben hem kiraci olarak hem de ev sahibi olarak onlarca kez yaptim bu isi. Sansliydim heralde. HIC sorun yasamadim. Sorunu birakin, kafamda soru isareti bile olusmamisti.

Ta ki dune kadar.

Dun madalyon oteki yuzunu gosterdi.

Ismine Erik diyelim. Bir erkek.

Yanlis anlasilmasin; ben 1 yil boyunca 2 erkek ev arkadasiyla yasadim. Bu konuda sorun cikartan "narin" kizlardan degilim. Ama 1 ay surecek bir is seyahatine cikan sevgilimin kendi evimizde tanimadigimiz bir baska erkek kiraciyla kalmam fikrinden hoslanmamasi sebebiyle, bu sefer erkek oda arkadaslarini geri cevirmek durumundayim ki sonuna kadar saygi duyuyorum bu istegine.

Gel gelelim Erik kiz arkadasiyla birlikte gelmek istedigini soyluyor ve boylece on elemeyi geciyor. 2 kisi icin odanin fazla kucuk olabilecegini acikliyoruz. Onemli degil biz zaten gezip tozacagiz, ancak yatmadan yatmaya geliriz diyor.

Peki diyoruz. Ilk gercek iletisimi sevgilim kuruyor. Sanki evde bir erkekle kalacaklarini dusunsun, sen sonradan devreye gir diyor.

Olur. Bana uyar. Hatta, kendi hislerimi tartiyorum da, sanki boylesi daha cok hosuma bile gidiyor. Ne oluyor bana yahu? Sozde hicbir seyden korkmayan ben niye simdi kucuk bir kiz gibi arkasina saklanacak duvar ariyorum?

Neyse sevgilim ilk temastan memnun. Hatta telefonda duydugu sese o kadar guvendi ki kendisinin is seyahatine cikacagini ve kiz arkadasiyla kalacaklarini bile anlatiyor Erik'e.

Erik'in hikayesi de saglam duruyor. Sehir disindan kiz arkadasi gelecek. Kiz ogrenci vizesiyle burada. Egitimini tamamlamis ulkesine donmeden New York'u ziyaret etmek istiyor ancak ikisinin de butcesi kisitli ve otel fiyatlari cok yuksek. Kalacak ev bakiyorlar.

Soru 1: Kiz arkadasi nereli?

Cevap 1: Rus.

Varan 1: Kafamda oyle ya da boyle 26 yil boyunca yerlemis stereotipler hareketlenmeye basliyor. Yapma diyorum kendi kendime. Sacmaliyorsun.

Soru 2: Erik nerede yasiyor?

Cevap 2: Queens'de. (New York sayilir, Manhattan'a metroyla uc dort durak mesafede)

E haliyle Soru 2'ye ek: Kendi evin varsa niye Manhattan'da oda kiralamaya calisiyorsun?

Cevap 2: 3 erkek ev arkadasim var. Kiz arkadasimi onlarin arasina sokmak istemiyorum. Kaldi ki sehrin icinde, daha guzel bir evde kalmasini istiyorum.

Icimdeki pozitif ben: "Ozeniyor cocuk, belli. Anlasilan seviyor gercekten kiz arkadasini".

Karamsar ben: "Genc ve Queens'de yasayan bir tip icin fazla bonkor."

Kafamdaki her bir soru isareti bir yenisine sebep oluyor. Aksani nasildi diyorum haddimi asarak. Normal Amerikali gibi mi konusuyordu yoksa garip miydi?

Normaldi diyor sevgilim. "Gayet samimi, sevecen konustu. Ben sormadan detaylica her seyi anlatti."

Hemen telefon numarasindan kimligini kontrol ediyoruz (ve bunu her yapisimizda hahahaha FBI gibi ciftiz diyip cok egleniyoruz), isimler de detaylar da birbirini tutuyor. "Her sey normal. Gelsin gorsun evi."

Gorsun tabiki de sevgilim ertesi aksam Atlanta'ya ucuyor ve Erik'le ilk bulusmayi benim tek basima yapmam gerekiyor.

Problem degil, ne olacak yaparim diyorum ama icim bir garip.

Ertesi gun geliyor Erik. Ben evi piril piril yapmisim. 1.5 yildir onlarca ozel ani biriktirdigim, evim dedigim, icinde mutlu mesut bir hayat yasadigim dunyadaki en ozel alani Erik diye hic tanimadigim, gormedigim birinin begenisine sunuyorum. Istiyorum ki bu kisi benim yapmakta oldugum fedakarliga layik biri olsun. Sadece parayi veren dudugu calamasin.

Ben bu dusunceler icinde kaybolmusken kapi caliyor. Aciyorum; apartmandaki uzun koridorun ucunda beliriyor Erik.

Simdiye kadar kendi secimimle bir araya gelme ihtimalimin cok dusuk oldugu bir adam. Belki metroda yan yana oturmusuzdur daha once. Ama hepsi o. Kalabalik bir metroysa hatta kendimi yaninda rahatsiz bile hissetmis olabilirim.

Kisa boylu. Esmer. Cok hafif cekik gozlu.

Bu adam...Meksikali.

Ya da belki de Uzak Doguda cok da populer olmayan ulkelerin birinden.

Sormuyorum elbette. Ayip cunku. Kendime hakim olamayip daha simdiden icimde binbir turlu endise duymus olabilirim ama ben hala medeni bir insanim. Boyle cirkin bir soru sormam. Kaldi ki kendi icimde de ufak capta bir sok yasiyorum neden boyle tepki verdigime dair. Hic 26 yildir tanidigim, bildigim Duygu degil bunlari dusunen ve hatta bulusma saatinden dakikalar once pantalonunun cebine biber gazi sokusturan.

Nereden cikti bu guvensizlik hic anlam veremeden evi gezdirmeye koyuluyorum.

Erik soyle goz ucuyla bakiyor gosterdigim alanlara. Hepsini begeniyor. Istiyor kesin evi. Sohbet ediyoruz biraz; benim soru sormama izin vermeden kendisi vizir vizir anlatiyor: Rus kiz arkadasi kim, Amerika'da ne yapiyor, buraya neden geliyor. Konusuyor da konusuyor taramali tufek gibi.

Ezberlemis gibi.

Nefes almak icin biraz yavasladigi bir saniyeye denk getirerek soruyorum, "Kiz arkadasin kac yasinda?"

16'sinda olup da marketten icki satin almaya calisan bir oglan cocugunun kendine kazandirmaya calistigi emin ama aslinda son derece aceleci ve acemi havayla, "21!!" diyor. Yasal resit olma yasi yani.

O ani da gozlemledikten sonra icimdeki endise birikintisi gurul gurul akan bir sel oluveriyor. Artik ne dese ne yapsa ben ters yorumlamaya basliyorum icimden. Adamin kendi yasina takiliyor aklim. Soyledigi kadar genc gorunmemeye basliyor gozume. 30u var bu adamin diye geciriyorum icimden. 21(!) yasinda kizla ne yapiyor ki bu adam? Tamam askin yasi olmaz falan filan da benim evimde olsa bari. En azindan bu seferlik.

Bu arada Erik deli gibi terlemeye basliyor. Uzerinde eski pusku bir kot, ayaginda kotu durumda botlar var. Bir de uzun kollu kalinca bir sweatshirt giymis. Disarida hava gunluk guneslik.

Ne kadar cok terledigini kendi de fark ederek bana aciklama geregi hissediyor.

"Bugun bir ara hava sogudu da ustume bunu geciriverdim ama isten de buraya kadar yurudum. Simdi eve girince terlemeye basladim tabi. Kusura bakma."

"Yoo onemli degil, rica ederim....Bugun pazar. Yine de calistin mi?"

"Evet oyle gerekti."

"Anladim. Ne is yapiyorsun?"

"Insaatlarda calisiyorum."

&@@(;$(#(#(!!!!...

"Yani insaatlarda elektrik tesisatlarini duzenliyorum diyelim."

"OK..."

Tikaniyorum tabi. Bu noktadan sonra ne demem gerektigini bilemiyorum artik. O zaten kaldigi yerden devam ediyor deli gibi konusmaya. Benimse gozum elindeki Iphone'a kayiyor. O konusadursun ben sunlari dusunuyorum: Iphone'u son model. Hem de Verizon'dan alinmis degil, ATT numarasi biliyoruz. O zaman 2 yil kontrat yapabilecek kadar kredisi var demek ki...Aman kredi skoru dedigin nedir ki, herkeste Iphone var artik. Hicbir seyin gostergesi degil bu. Kapora iste Duygu kapora!!!

"Kapora istiyorum!" diyorum. Evet sevgilin soyledi getirdim yanimda. $50 verecegim diyor. O anda basiretim baglaniyor. Tamam diyorum. Cikarip cebinden iki 20'lik bir de 10'luk veriyor. Kagitlar terden nemli, hafif yumusamis ve birbirine yapismis.

Bu adam benim evimde kalacak. Benim banyomu kullanacak.

Gozlerimin onunde hala sipir sipir terliyor.

Niye bu kadar terliyor bu adam?? Gercekten dedigi gibi disarisi soguktu da suan evde sicak mi basti yoksa stresli oldugu icin mi terliyor??

Bir yandan bakislarini yorumlamaya calisiyorum ote yandan da giderek daraliyorum. Elimdeki nemli paralari aynen geri verip, tam bir sizofren gibi "Yaa kardes ben vazgectim. Hadi bye bye!!" diye bagirarak onu evimden gondermek istiyorum ama bunun yerine biraz daha sohbet ediyoruz. 

Birkac dakika sonra geldigi ilk saniyeden beri korudugu guleryuzlu ifadesiyle veda ederek ayriliyor, odayi tuttuguna memnun sekilde. Adeta kendiyle gurur duyuyor, gorebiliyorum gozlerinde. Queens'de 3 erkekle yasayan bu Meksikali ya da garip Uzak Dogulu adam 1 haftaligina da olsa Manhattan Upper West'te bir dairede yasayacagi icin cok heyecanli.

Bense endiseli.

Erik gider gitmez kiz arkadaslarimla bulusuyorum. Yine kendi hayatim, kendi cevrem ve kendi muhabbetime donmus olmanin verdigi rahatlama var uzerimde. Ama aklimin hep bir kosesinde o. Dayanamayip kizlara da anlatiyorum. Sen merak etme ilk aksam ben de gelirim, yaninda olurum, yalniz degilmissin havasi veririz diyor bir tanesi. Cok ama cok minnettar hissediyorum icimden. Ama asla boyle bir seye izin veremem.

Aldigim riskin farkindayim. Adam katil ya da en hafifinden hirsiz cikabilir sonucta. Hadi tek basina gelmiyor diye dusunelim. Nerden bilecegim ben o sozde Rus kiz arkadasin cete uyesi olmadigini ve resmi pembelestirmek icin isin icine katilmadigini? Arkadasimi bu olaya karistirir miyim? Asla.

Eve geri geliyorum. Pazar aksami saat olmus 10. Yatmam lazim; ertesi gun is var. Ama uyumam soz konusu bile degil. Ne yapiyorum biliyor musunuz?

Mutfaktaki en keskin bicaklari, banyodaki kucuk makasi, cimbizimi, torpumu, yani ortak alanlardaki tum delici ve kesici aletleri bir araya toplayip odamda bir koseye sakliyorum.

"MANYAK MISIN KIZIM SEN?' diye bagirdiginizi duyar gibiyim. Ama oyle degil iste. Bir yandan da Erik'i ve anlattigi her seyi yanlis yorumlamis olma ihtimalim var. Bunu goz ardi edemiyorum. Henuz...

Sonra aklima kedim geliyor, ozene bezene aldigimiz bir tanecik guzel kizim. Sonucta ben evden cikip gidecegim, butun gun o insanlarin ne yapacaklarini hic bilemeden. Benim kedim atiktir kendini korur ama bu dusuncenin aklimdan gecmesi bile dengemi alt ust ediyor. Dusunduklerime, yaptiklarima kendim bile inanamiyorum.

Ben bu kadar korkak bir insan miydim? Ya da irkci? Neler oluyor bana?

En son kendimi sevgilimi aramis, ona salonda telefonun daha iyi cekmesine yarayan "microcell" denen aleti kendi odama kurabilir miyim diye sorarken buldum.

"Niye ki?" diyor.

"Onu devredisi birakip benim dis dunyayla iletisimimi kesmeye calisabilirler. Iletisim hatlari benim elimde olsun diye" diyorum.

"OHA" diyor. "Kafayi mi yedin sen? Tamam derhal iptal ediyoruz bu isi! Ariyorum kaporayi de geri gonderiyoruz. Bitti bu konu".

"HAYIR" diyerek sesimi yukseltiyorum. O an anliyorum ki gurur meselesi haline getirdim ben bu isi.

1. Ben daha once bunu 50 kere yaptim, hicbirinde korkmadim. Simdi de korkmuyorum! Bu bir is anlasmasi. Adam parayi pesin verecek, ben de onlara bir oda verecegim. Bu kadar basit. Durumu duygusallastirmanin alemi yok.

2. Ben kisinin tipine, sosyal kimligine gore nasil bir insan olduguna karar verecek hakki gormuyorum kendimde. Aklima surekli dunya tarihi boyunca yanlis anlasilmis, haklari yenmis zenci karakterler geliyor. Filmlerde tam cebine hamle yaptigi anda polislerin takir tukur vurup oldurdugu adamin elinden silah degil de hac, ne bileyim karisinin, kizinin fotografinin falan ciktigi sahneler geciyor gozumun onunden surekli.

Telefonu kapatiyoruz. Ben daha rahatim. Uyumadan once su cocuga bir de Facebooktan bakayim diyorum. Buluyorum hesabini.

Olamaz...

Cok az arkadasi var, niye ki?...Resimleri de hep insaatlarda falan cekilmis. Ayrica bana uzuuuun uzadiya anlattigi Rus tipli bir kiz arkadasi falan da yok gorunurlerde. Ne bir resim ne bir yorum. Baska bir kiz var ama, tipi kendisine benziyor. Esmer tenli, koyu sacli bir kiz ve aralarinda bazen Ingilizce bazen de hic bilmedigim garip bir dilde yazisiyorlar. Birbirlerine seni seviyorumlu falan yazilar yazmislar.

Yikiliyorum.

Daha fazla kendimi kandiramayacagimi anliyorum. O gece kotu bir uyku uyuyup sabah erkenden kalkiyorum ve evi bir kere daha craigsliste koyuyorum.

Oglen annemle konusuyorum. Evdeki kapilar disaridan kitlenip anahtari alinamadigi icin annem sinir oluyor. Kararima cok mudahale eder gibi olmak istemiyor ama belli ki bu iki tipi (yani tahminen 2, henuz kiz arkadasin varligina dair hicbir isaret yok) evime almami hic ama hic istemiyor. Daha da fena oluyorum.

O sirada benim yeni ilana bir cevap geliyor.

"Hi,

I am a single professional female that has business in the city starting tomorrow the 13th, until the end of the week."

Devamini okumuyorum bile. Derhal telefona sariliyorum. Kadin cok sevecen konusuyor. Her sey normal gibi. Erik'in istediginin yarisindan bile az sureligine istiyor odayi ama benim umrumda degil. Bu kadinla kesinlestirmememize ragmen sevgilimi ariyorum ve daha fazla kendimi zorlayamayacagimi soyleyip, Erik'le olan anlasmamizi iptal etmesini rica ediyorum. Kendim de derhal bu yeni kadini ariyorum. Telefon gorusmemiz gayet olumlu geciyor. Kendisinin henuz sehirde olmadigini, aksam is cikisi mumkunse kizinin gelip eve bakmak istedigini soyluyor. Tabi diyorum. Aksam eve geldigimde kizini kapida beni beklerken buluyorum.

Bembeyaz bir kiz...

Sari saclari, mavi gozleri var. Benim boylarimda. Neseli, rahat bir tip. Yillarca uzaktan uzaga gozlemledigi ve sonunda nasil oynanmasi gerektigine karar verip ezberledigi bir metni okumuyor; sadece kendi gibi davraniyor kiz.

"Annem buyuk ihtimalle tutar bu odayi" diyor. "Hossohbet de bir kadindir, iyi anlasirsiniz."

Bir bilse benim coktan sohbetten falan gectigimi.

Ben resmen -her anlamda- bana ve benim yasadigim hayata benzer birilerini ariyormusum.

COK, COK AYIP. Ama oyle. 

Ve boylece fark ediyorum ki normalde gosterdigim "Gel kim olursan ol gel"ci tavrim is kendi habitatima gelince bir anda renk degistiriveriyor.

Demek ki kocaman bir yagmur ormaninda bir arada yasayan onbinlerce hayvan turunden biriyim ben. Gunduz karinca da benim arkadasim fil de maymun da kelebek de. Ama gece olup da inime cekilme vakti geldiginde sadece kendi cinsime guvenebiliyorum. Filler beni ezecek, karincalar icimi kemirecekmis gibi geliyor.

Demek ki.

Kendimi insan haklari ve esitlik dersinde kafam kadar Fyi cakmis gibi hissettigim su dakikalarda, yeni ev arkadasim beyaz kadin yan odada misil misil uyuyor.

Benimse icim rahat. Bicaklar mutfak cekmecesinde, cimbiz banyoda, microcell salonda.

Erik?

Iki ihtimal var. Ya ben butun parcalari yanlis birlestirdim, karman corman bir resim cizdim ya da tum detaylari dogru yorumladim ve bir facianin esiginden dondum. Ama kabul et senin de hikayen pek bir bulanikti Erik.

Kimsenin dis gorunusleriyle yargilanmadigi ama herkesin iciyle disinin da gercekten bir oldugu bir dunya dileklerimle!

Duygu