Wednesday, September 21, 2011

Atlanta Atlanmaz.

Cile ceke ceke, Amerika geze geze bitmez. Ama ben elimden gelenin en iyisini yapmadan rahat edemeyen bir tipim. O yuzden sevgilimi taktim koluma, yine dustuk yollara.

Atlanta'dayiz bu sefer.

Amerika'nin filmler, diziler, sarkilar, kitaplar vs vs yollarla beynimize islemeye calismadigi nadir sehirlerden biri oldugunu dusunuyorum cunku gitmeden once kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayim bir turlu gercege yakin bir imaj cizemedim kafamda. Hatta o kadar yanlis anlamisim ki bu sehri gidince soktan soka girdim.

Guneye yakin olmasi sebebiyle benim hayalimdeki Atlanta siyahi nufusun yuksek, egitim ve kalkinma seviyelerininse dusuk oldugu bir sehirdi.

Ancak bu kadar yanilabilirdim.

Her seyden once Atlanta kucuk bir sehir falan degil. Onlar da kendi caplarinda Amerika'daki gokdelen dikme yarisina katilmis, kazanamamis belki ama ilk 10'a girmis. ABD'nin 9. buyuk sehri olmus.

Nufus hic de benim sandigim gibi degil, iki renkten sehir sakinleri esit sayida ve kol kola.

Kol mol demisken, Coca Cola'nin da dogum yeriymis Atlanta. Her zaman sessizlerden korkmali zaten! Hakkinda filmler cekilmiyor, kitaplar yazilmiyor ardi ardina belki ama Amerika'nin istisnasiz butun ulkelerde satmayi basardigi; sayesinde dunyayi ele gecirdigi o mucizevi icat buradan cikmis demek ki.

Mr. Cola! Ozellikle de agir kumpirlerin, yagli yagli pizzalarin, hamburgerlerin yanina cok yakisan diyet versiyon; sayende 4-5 milyar insan kendini ince hissediyor. Saygilar.

Neyse devam edelim. Cola, gokdelenler dedik. Dunyanin en uzun 56. binasi olan Bank of America binasi da bu sehirde. Gerci dunya ilk onundan pek cok bina kendi yasadigim sehirdeyken niye 56. beni bu kadar heyecanlandirdi bilemiyorum. Yapi uzaktan bakinca gercekten pek bir sirindi o yuzden herhalde.


Genel anlamda sehir temiz, bakimli ve davetkar. Fiziksel olarak pek cok buyuk Amerikan sehriyle ayni kaliba sigdirilabilir. Sanat ve tarih muzeleri, parklari, tarihi tiyatrolari, unlu restoranlari, gokdelen tepesinde donen barlari, alis veris merkezleri, akvaryumu (dunyanin en buyugu) vs ile tam bir Amerikan sehri. Tek eksigi New York ya da San Francisco'da sizi tokatlarcasina carpan o basinabuyrukluk! Tatlar, kokular, cigliklar, renkler, kargasa icinde huzur; bunlari ozellikle hayatinizda isteyen bir tipseniz Atlanta'da aradiginizi bulamayacaksiniz. 

Yok aman diyeyim koku moku istemem diyorsaniz ilk ucaga atlayin, dogru Atlanta'ya! Sanki tasinsaniz rahat, duzenli ve mukemmel bir hayat yasayacaksiniz izlenimi birakiyor insanda. Ustune ustluk super ucuz. Emlak canavari olarak derhal yerel halkla temaslarda bulunup, neredeyse bilimsel gecerlilikte bir sunum yapacak kadar bilgi topladim. Sehrin en pahali evi -tam bir malikane- $1 milyon degerinde. Yani New York'ta guzelce bir mahallede, orta buyuklukte (bize gore kucuk), belki manzarali belki de degil bir apartman dairesi.

Simdi uzuleyim mi sevineyim mi, ne hissedeyim tam bilemiyorum. Artik siz yorumlayin durumu. Ozetle "Amerikan Ruyasi"ni gerceklestirmek icin mukemmel sehir. Ama bana bu kenti sevdiren taraf ruyalar muyalar degil.

Duyarlilik.

Son derece bilincli ve acikfikirli bir sehir burasi. Inanamiyorum. Ben kendimi sokak cetelerini ve agir, baharatli zenci mutfagini kesfetmeye gidiyorum sanirken bir baktim Avrupa ulkelerini utandiracak seviyede esitlikci ve birey haklarina saygili bir ileri demokrasi sehrindeyim.

Boyle dusunmemin pek cok sebebi var ama ben ozellikle bir tanesini sizlerle paylasmak istiyorum.

Bu bir gosteri. Gosteri kelimesi yetersiz kaliyor gerci. Daha cok deneyimsel bir simulasyon diyelim.

Dialog in the Dark. 
http://www.dialogtickets.com/

Nedir, nasil hissettirir herkese gore degisecek, son derece kisisel bir deneyim bu ama ben yine de kendi "gozumden" anlatmaya calisayim.

Bilet alip, iceri girdikten sonra uzerimizde isiga sebep olabilecek saat, telefon gibi her turlu esyayi kilitli bir dolaba kaldiriyoruz. Gosteriye katilmaya haziriz. Ne beklememiz gerektiginden pek emin degiliz. Konuyla ilgili genel bir fikrimiz var sadece ama ne yasayacagimiz, neler hissedecegimiz mechul.

Gorevli geliyor ve 10 kisiyi tek bir grup halinde siraya dizip, her birimizin eline birer degnek veriyor. Ben heyecandan en ondeyim.

Buyuk hata.

Hep beraber simsiyah bir odaya aliniyoruz. Uzerine oturmamiz icin tam bizim sayimiz kadar kup var. Hem oturak hem lamba, yumusak yumusak karanlik odayi aydinlatiyor kupler. Gorevli ortamiza gecip, anlatmaya basliyor. Iceride siki sikiya uymamiz istenilen kurallar var. Kadinin sesi hem sakin hem de bir o kadar otoriter. O anlatirken farkediyorum, kupler yavastan kararmaya basliyor. Odaya giderek artan bir siyahlik hakim oluyor ve kadinin son cumlesiyle beraber her yer zifiri karanliga burunuyor.

Gozlerim alisamiyor, ay dur neredeyim ben diye bocalarken gur mu gur bir erkek sesiyle irkiliyoruz. Gorevli kadin gitmis, yerine rehberimiz gelmis. Ismi Cowboy. 

Cowboy kör.

Bizden ayaga kalkip sirayla onunden gecmemizi ve gecerken de ismimizi soylememizi istiyor. Bu kisimda fena degilim, zar zor da olsa sesini takip ederek nerede oldugunu buluyorum ve onunden adimi soyleyerek geciyorum. O ana kadar onunla tek birebir iletisimim bu. Sadece adimi soyluyorum ve taniyor artik beni. Ne zaman, nerede oldugumu biliyor.

Iceri giriyoruz. Degisik odalardan gececegiz ve tam 1 saat boyunca dunyaya kör bir insan olarak bakacagiz.

Ilk odada bir orman yaratilmis. Yerler yumusak. Hava serin ve ruzgarli. Kokular, sesler hepsi uzerimizde bir ormandaymisiz hissi yaratiyor. En onemli arac sesimiz. Yonumuzu bulmak icin surekli birbirimizle konusmak zorundayiz ama biz daha o kadar acemi bir grup koruz ki panige kapiliyoruz. 

Degnekler birbirine ve hatta birbirimize carpiyor surekli. Yavas ve sakince yapmamiz beklenen tum hareketler aceleci, panik ve korku icinde yapiliyor. Cowboy kimsenin elinden tutup saga sola yonlendirmiyor. Sadece surekli konusuyor ve sarki soyluyor. Sesi de pek guzel ama o sirada onu takdir edecek halde degiliz hicbirimiz.

Ben son derece tirsmis durumdayim. Etrafimda surekli acele icinde yonunu bulmaya calisan, konusmak yerine bagirip cagiran iri Amerikalilar; yavas yavas saga sola hareket etmek istesem bile beni geri itiyorlar. Sinirim bozulmaya basliyor. Gozlerim portlemis durumda ama hicbir bok goremiyorum.  Etrafim panik icinde yabancilarla cevrili bir halde, issiz bir ormandayim. Harika!

Pes edip hile yapiyorum. Sevgilime yapisiyorum. O ne tarafa yonelirse ben de o tarafa gitmeye calisiyorum ama nerdeyiz goremedigimiz icin o ilerleyebilirken ben kocaman bir duvarin arkasinda kalabiliyorum ya da aramiza bir degnek sokuluyor ve ister istemez ondan uzaklasmak zorunda kaliyorum. Ayrica basamaklar var. Yokuslar var. Ayagim bir anda bosluga denk gelebiliyor.

Tam bir kabus.

Sanirim baslangic carpici olsun istemisler ve kesinlikle basarmislar. Ormandan cikmayi becerdikten sonra kendimizi bir super markette buluyoruz. Isi normallesiyor. Ruzgar duruyor, kuslar susuyor. Yumusak toprak zeminin yerine sert kayganca bir zemin geliyor. Raflar var. Her taraf raf. Cowboy raflarda duran urunleri elimize alip ne olduklarini soylememizi istiyor.

Ben elimde bir makarna kutusu tuttugumu soyluyorum. Pirinc olmadigini nereden biliyorsun Duygu diyor. (Evet benim kim oldugumu cok iyi biliyor.) Sonra elmalari, cilekleri, cikolatalari koklayarak tanimaya calisiyoruz. Daha rahatiz artik. Herkes elindekinin ne oldugunu anlamakla mesgul. Bagiris, cagiris, ilk andaki panik azalmis durumda. Alisverisin sonuna geliyoruz, normalde sirada odeme fasli var diyor Cowboy ama elmayla armutu zar zor birbirinden ayiran bu 10 kisilik acemi âma grubundan beklentisi epey dusuk oldugu icin hic kasmiyor bile. Marketten ayriliyoruz. Bir marinaya gidip biraz denizde turlamak icin oradan bir tekneye binecegiz ama marinayla market arasinda bir otoyol var; karsidan karsiya gecmemiz gerekiyor.

Arabalardan meydana gelen bu orman bastaki gerceginden de beter. Kisitli bir suremiz var ve 10 kisiyiz. Hep birlikte karsidan karsiya gecmemiz gerek. Basaramiyoruz elbette. Sagdan soldan araba sesleri geliyor vizir vizir!! Cowboy bagiriyor. "Cabukk!! Cabukk!!" ve kacinilmaz gerceklesiyor. Birimize araba carpiyor. Oracikta can vermesi gereken acemi âma, sadece derin bir nefes veriyor.

Tekneye ulasiyoruz. Resmen sallana sallana yol aliyor teknemiz. Martilar, hafif bir meltem, deniz kokusu, hepsi sasirtici derecede gercek. Biraz rahatliyoruz denizde. Grupca keyfimiz yerine geliyor, az once yasanan trajediyi unutmayi basariyoruz ama sonsuzluga uzanan denizin mavisi ve ona karisan gok olmadan ne tekne ayni tekne ne de deniz ayni deniz.

Tur bitince son duragimiz olan bara geciyoruz. Canli muzik dinleyecegiz ama daha bastan bitkiniz. Oturacagimiz masaya yerlesmek bile bir iskence. Birbirimizin ayagina basiyoruz, ustune ya da hepten yanlis bir masaya oturuyoruz. Keyif almak amacli gittimiz bar bizi daha beter sikintiya sokuyor.

Bar deneyiminin de sonunda Cowboy simulasyona son veriyor. Artik gercek hayattayiz ama isiklar yanmiyor. Hep bir arada sohbet ederek karanlikta ona sorular sormaya basliyoruz.

Omrum boyunca hepi topi 1 saat "gordugum" bu adamla aramda son derece duygu yuklu bir bag olusuyor.

Sonradan kor olmus. Bir trafik kazasinda. 3 cocugu varmis. Kazadan sonra 1 ay komada kalmis ve sonunda kafasinda kucukken dinledigi bir sarkiyi soyleyerek uyanmis. Esi uyandiktan 15 gun sonra boyle buyuk bir yuku kaldiramayacak kadar genc oldugunu soyleyip bosanmis. Cowboy'u kendi karanliginda yalniz birakarak cekip gitmis.

Hayati kotu bir Turk filmi gibi gecmis bu adam her seye ragmen dunyanin en neseli, en gamsiz insani! Cok da sansli oldugunu dusunuyor. Dunyasi derin bir siyaha burunmus olsa da sonucta hayatta kalmis, sukrediyor ve hepimizden daha net adimlarla tek basina yasamina devam ediyor.

Sohbetin sonunda agzim acik, yuregim sikismis bir sekilde karanlik odadan ayriliyorum. Cikista bir ani defteri var. O kadar cok duyguyu ayni anda yasiyorum ve o kadar karmasigim ki o anda sayfalarca yazi yazmak istiyorum ama su satirlari yazarak oradan ayriliyorum:

"Cowboy,

Thank you for your guidance inside and into a new way of seeing life. I will NEVER forget you.

Duygu"

Simdi bazilariniz insan parayla kendine boyle iskence eder mi diye sorabilir. 

Eder ve etmelidir de. Bilet satislarindan elde edilen para hic kar gozetmeksizin korlerin hayat kalitesini yukseltmekte kullaniliyor. Kaldi ki bu interaktif sergi/deneyim/gosteri sayesinde hem bizim gibi kendini "normal" sanan insanciklarin biraz da olsa gozu aciliyor, hem de baska yollardan is bulup kendi ayaklari uzerinde durmasi imkansiz olan insanlar icin istihdam yaratilarak onlara firsat esitligi saglaniyor.

Tum bunlari dusundukce dunyanin gelecegi icin hala umut varmis gibi hissediyorum ve bu fikri ortaya koyan o yaratici beyni de resmen elime alip opmek istiyorum!  Ve elbette bana bu guzel duygulari yasatan Atlanta kalbimi fethediyor; ictigim suyun tadi daha bir guzel, soludugum hava daha bir ferah gelmeye basliyor.

Ben artik Atlantayi da Atlanta insanini da cok seviyorum. Cektigim fotograflardan birkacina goz atin, siz de seveceksiniz inanin. Ama fotograflara gecmeden once hatirlatmak isterim, seyahatlerim ve abuk sabuk deneyimlerim tum hiziyla devam edecektir. Dunyayi kesfetmek ve yeni yerleri tanidigim, tanimadigim herkesle paylasmak benim en buyuk zevkim. Eger burada anlattiklarimdan daha fazlasini merak eder veya daha da iyisi kendi kesif turunuza cikmak icin yardima ihtiyac duyarsaniz bana ulasin. Ne de olsa o kadar buyudum, otelci oldum. Size guzel bir rota da cizebileyim degil mi?


Cok gezen mi bilir, cok okuyan mi sevgili okuyucu!?

Dunyanin en gereksiz sorusudur. Niye birini otekine tercih etmek zorunda olalim ki? Hem gezip, hem de okuyabiliriz. Simdi siz Atlanta'yi okudunuz ya da ben gezdim diye her seyini biliyor mu olduk? Bir daha ben hayatta bu sehirle ilgili kitap okumayayim, siz de sakin buraya gelmeyin, zaten okudunuz cunku. Oyle mi?

Sizi bilmem ama ben dunyayi okuyorum da geziyorum da! Aynisindan siddetle size de tavsiye ederim.

Bir sonraki durakta gorusmek uzere,

Duygu

 High Museum of Art


High Museum of Art
Sanata, mimariye, tasarima epey duyarli bir sehir Atlanta.  Bu muze bana Guggenheim'i animsatti. Icinde dolasmasi cok keyifli bir yer.

Muze ve icindekiler ayni elden cikmis gibi!
Benzerlik cok hosuma gitmisti, ben de durmadim fotografini cektim!

Muzenin magazasinda el kadar cocuklara Andy Warhollari, Matisseleri ogretmek icin basilmis kitaplar.
Bir yandan cok seviniyorum boyle seyler gorunce, bir yandan da kahroluyorum. 
Ikincinin sebebini siz biliyorsunuz.

Hepsi ve daha fazlasi cocuklar icin! 
Cocuklarin ufku genislesin, bakis acilari zenginlessin diye.
"Egitim sart!" sadece komedi temali telefon reklamlarindan akilda kalan iki kelime olmamali.

Bu binanin adi Siluet. Nedenini gorebiliyor musunuz?
Yaraticilik. Nokta.

Muzeden ciktik. Aciz. Restoran bulmak icin Urban Daddy'e saldirdik ama kendimizi 
hala New York'ta sandigimiz icin 
"Duvari mavi boyali, yemekleri az tuzlu, garsonlari cok neseli" 
falan gibi fazla net bir arayisa girdik ve sonuc bu ekran oldu. 
Atlanta cok iyisin, cok hossun da New York degilsin sen galiba.

Ote yandan New York'dan daha merhametlisin galiba.
Dogma buyume Atlantali olan
 eski Belediye Baskani Andrew Young'in bu sozu kapitalizme meydan okur nitelikte. 
Boylesine Amerika'da az rastlanir demedi demeyin.



Georgia Aquarium
Ve o devasa akvaryumdayiz. 
Yunus Showu hayatimda izledigim en inanilmaz sey olabilir.


Yedi gobek Izmirli sevgilimi bile sasirtacak cinsten 
bir okyanus yasamiyla karsi karsiyayiz.

Sehirdeki denizatlarinin bile bu kadar estetik olmasi gercegini es gecemedim.
Pardon.

Ve akvaryumdan son kare.
Conan O'Brien 'in yunus olmus versiyonu.
Bilmem siz sever misiniz ama Harvard mezunu bu komedyene ben taparim 
tipki Okan Bayulgen'e taptigim gibi. 
Zaten bir solukta ikisi arasinda on benzerlik de sayabilirim ama 
Okan Bayulgen'in yunuslasmis halinin ulkenin en populer turist mekanlarindan birinin tam ortasina koyulmasina izin verecegini pek sanmiyorum.
Amerikalilar suludur.

Akvaryumdan ciktik. Atlanta'nin en unlu lokal kitapcisi kimdir dedim,
Outwrite Books kitabevi dediler.
Bir gittim, "out"write cunku escinseller tarafindan escinseller icin acilmis bir kitapci.
Inanilmaz seker bir yer.
Yani anlayacaginiz uzere acikfikirli bir sehir Atlanta.
Herkese ve her seye gonlu de beyni de acik.
Nefes alip verin yeter.


Atlanta'nin en unlu parklarindan Piedmont Park'ta 
acik hava sanat senligine denk geliyoruz sans eseri.
Yer, gok her taraf bastan asagi degisik sanat eserleriyle kayniyor.
$10'a da alacak eser var, $100,000'a da.
Ey kredi kartlari, ey cek defterleri.
Siz nelere kadirsiniz!

Istemeyerek de olsa Atlanta'ya gule gule deyip 
eve donmek uzere yola koyulmadan son bir kare.
Sen mi buyuksun Atlanta, ben mi?

(Ben!)

:)

No comments:

Post a Comment