Saturday, December 11, 2010

Starbucks'ta neler oluyor?

Bugun asimilasyondan bahsedecegim demistim. Sozumde de duracagim ama biraz rotar yapacagim. :) Dun basima gelen bir olay "Tamam artik bu konuyu daha fazla bekletemem, derhal paylasmam gerek" dedirtti bana!

Sahne soyle: Starbucks'tayim. Yanimda sevgilim de var. Amaca kitlenmis, bekliyor. Amaci: siraya girmek, kahve siparisi vermek, odemek, beklemek, kahveleri alip Starbucks'tan cikmak. Kendisi muhendistir. Dolayisiyla son derece linear dusunur. Kitlendigi amac disinda pek bir seyle ilgilenmez. Ben de tam tersiyim. Kapidan iceri adimimi atarim, hizlica etraftaki herkesi ve her seyi bir suzerim. Siparisimi alacak kisiyi incelerim, goz temasi kurmaya calisirim, siritirim, bu arada etraftaki Christmas suslerinin ne kadar seker oldugunu dusunurum, ayni zamanda camin arkasindaki tatlilar ne kadar da bastan cikarici derim kendi kendime, mutlaka limonlu bir tatli arar gozlerim. Derken siparisimi alacak kisinin "Hi, welcome to Starbucks, what can I get you today?" demesiyle yeniden amaca kitlenirim.


Gordunuz mu? Muhendis sevgilimin Starbucks deneyimi 3 satirda anlatilabildi. Benimkiyse daha yeni basliyor.


Dun iceri girer girmez kafamda bir ampul yandi. (ampul simgesinden de nefret eder oldum ama bu ampul laik isiklar saciyor merak etmeyin) "Turkiye'de Starbucks'tan kahve almakla, New York'ta bunu yapmanin ne kadar farkli oldugunu yazmaliyimmm!" Bu coskulu fikir patlamasina sebep olan bir deli. Oyle mecazi anlamda da degil, gercek bir deli. En basindan anlatayim.


Dun cumaydi. Haftasonunun resmi baslangici yani. Burda degisik bir calisma-dinlenme dinamigimiz var. Turkiye'de hafta icleri kendimize bosluklar yaratip arada biraz kafa dinleriz. Ya da haftasonlari isimiz bitmemisse, eglenceden biraz geri kalip kendimizi calismaya adayabiliriz. Evet, ikincisi cok daha nadir olur ama olur yine de. Burada oyle degil. Hafta icleri hangi sektorden olursaniz olun, deli gibi calisilir ama cuma geldi mi insanlar beyinlerini ve bedenlerini tumuyle dinlenmeye ve eglenmeye ayirir. Cizgi cok nettir. Bir Amerikali'nin haftasonu dinlenmesi basladiktan sonra ona isle ilgili bir seyler sorarsaniz, sizi tersleyecek ve size bir daha bunu yapmamaniz gerektigini ogreten bir des verecektir. Cunku o artik haftasonu tatilindedir ve "is" kavramini hayatindan cikarmistir. Ayni sekilde haftaici de cok gec saatlere kadar calisan bu insanlari dogru duzgun bir yere goturemezsiniz. Tabiki istisnalar olabilir, tabiki kendini her an her dakika calismaya adamis iskolikler ve nadir de olsa eglencesinden hic odun vermeyen tembeller de olacaktir. Ancak New York is gucunun genel profili bu sekilde resmedilebilir.


Ben, sevgilim ve degisik milliyetlerden butun arkadaslarim da bu duruma adaptasyon gosterdik. (Aslinda asimile olduk demeliyim, ama bu konuya apayri bir baslik ayiracagim.) Dolayisiyla dun kendimizi rahatlamaya, gezmeye tozmaya verdik. Sinemaya gittik. Love & Other Drugs'i izledik. Guzeldi ama daha guzel olabilirdi. Sevgilim Anne Hathaway'in goguslerinin cok sik gorunmesinden rahatsiz oldu. Doktor muayenesi sirasinda cart diye acip goguslerini gosterdigi ilk sahnede yasadigi soku gormeliydiniz! :) Cok tatlidir, cok edeplidir benim sevgilim. Her neyse film tabiki goguslerle ilgili degil ama fragmanindan neyle ilgili oldugu dogru yansitilmayan filmlerden biri. Kendimi biraz kandirilmis hissettim yani. Neyse ki cok da kotu degildi.


Konumuza donelim. Filmden ciktik eve yuruyoruz, Starbucks'tan kahve cekti canim. Cuma ya. Simardim. Her 3 blokta bir Starbucks oldugu icin, eve gelene kadar alsak mi almasak mi diye biraz muzakere ettikten sonra eve yakin olan Starbucks'a girip alma kararini oybirligiyle onayladik. Iyi ki de oyle yapmisiz cunku ben ilham perim, canim delimi gormus oldum.


Iceri girdik, hedeflerimiz farkli tabi. Ben etrafi suzuyorum, gozume 7 yasinda bir kiz cocugu gorunumunde ama 50'lerinde bir kadin ilisti. Kisacik, kucucuk, incecik. Kafasinda neredeyse kendi kilosu agirliginda sac var ama. Uzun uzun, sapsari saclar. Yakindan bakinca anladim. 20 yildir hic yikanmamis gibi saclari. Siyah bir kot, ustune de havanin soguklugunu asla engellemeyecek kadar ince siyah bir polar sadece. Kafasindaysa yuzunun yarisini kapatan bir sapka ve gozluk. Tamam, yeni inceleme unsurumu bulmustum artik. O noktadan sonra hem "Starbucks islemlerini" halledecek hem de bu kadini inceleyecektim.

Kadin sirada hemen bizim arkamizda, o yuzden rahat ve detayli izleyebiliyorum. Tabi caktirmadan. Ama o farkinda. Surekli hareket halinde. Ellerini kollari acip kapatiyor. Bir ileri bir geri surekli kucuk kucuk adimlar atiyor ve tabi kendi kendine konusuyor. (Onu ben de sik yapar oldum gerci, korkacak bir durum degil.) Yuzu, elleri, kollari, govdesi gercekten kucucuk ve incecik ama cuce degil bu kadin, 1.60 var en azindan. Yuzunu tam gormem imkansizdi ama ceset gibi oldugunu soyleyebilirim. Biraz Michael Jackson'i andiriyordu. (RIP) Biz siparisi verdikten sonra, kenara cekilip,
sirf onu dinleyebileyim diye oralarda oyalandim. Akici, duzgun cumleler kuramiyor. "Ne istersiniz?" sorusuna cok heyecanlandi ve belli ki uzun suredir kafasinda tekrarladigi siparisi disindan soylerken kelimelerin yerlerini karistirdi.

"Brulee, Caramel."

Aldigi siparisten emin olmak isteyen, bu konuda bile garantici davranan Starbucks gorevlisi,
"You mean Caramel Brulee Latte??"

Deli Michael, " ohh ohh....uuummm...ohh...yes...latte. yes."

"What size?"

"What?"

"What size do you want?"

"Oh size." Duvardaki siparis panosuna dogru yurumeye calisarak " Size, ummm...size. Yes. Big."

"Grande??"

Ben icimden, "Hadi artik al su siparisi, kadina iskence cektirme! Evet big dedi iste!!"

Deli Michael yeniden, "Big."

"OK Grande Caramel Brulee Latte, coming up. Thank you!"

O sirada bizim siparisler de hazirdi oradan uzaklasmak zorunda kaldim ama megerse kadincagiz bir dilim de kek almis. Elinde keki, garip ve telasli bir sekilde bir masaya dogru yururken aniden dusurdu kekini. Yasadigi husrani siz hayal edin. Ellerini beline vura vura "Oh my Gooooooodddd!!!!" demesi bir oldu. "Cok salagim, cok salagim! Nasil oldu ki bu! Anlamadim!.."

Keki yerden aldi, tekrar pecetesinin ustune koydu ve gercekten de masalardan birinde oturan bir adama dogru gitti. Adam " Yine ne yaptin!?" bakisi firlatti. Bu arada adamin onunde son model bir laptop, durmadan bir seyler yaziyor. Ama o da cok paspal bir halde. Saci basi birbirine girmis. Masanin yaninda da kocaman bir torba. Son derece eski pusku ve garip garip seylerle dolu, disari tasmis icindekiler. Yani bu cift evsiz olmali! Baska bir ihtimal olamaz. Ama o zaman nasil boyle bir laptop kullaniyor bu adam!? Nasil bir hikayesi var bu ciftin! Catlayacagim!


Kadin yari yolda adamin yanina gitmekten vazgecti, geri donup keki cope atti ve benim yanima geldi. Bu sirada ben umarim benimle konusur diyorum icimden!! Bu kadinla iletisim kurmaliyim bir sekilde! Cok siradisi olur, guzel olur. Sevgilimin siparisi gelmis, benimkini bekliyoruz. Biraz uzun suruyor. (Caramel Brulee Latte istemistim, acaba kadin da benden mi duydu da onu siparis etti?) Neyse, kahve hazirlayan kadina bir seyler anlatmaya calisiyor bizimki, yanindayim ama ben bile duyamiyorum. Kadin hic ilgilenmiyor haliyle. Kekini dusurmus olmanin da verdigi sinirle, artik yerinde duramiyor. Sonunda bana donup "Is this where we pay?!" diye soruyor sinirle. Hayir diyorum super yumusak bir ses tonuyla. Elimle isaret edip suraya odeme yapacaksiniz diye gosteriyorum.

Sanki az once bir seyler satin alan kadin o degilmis de ilk defa bir Starbucks'a girmis gibi davraniyor. Sanirim her seferinde de sil bastan bu durumu yeniden yasiyor. Heyecanla siradaki kisinin cumlesini boluyor ve yeniden kek almaya calisiyor.


"Bugun bana yeterince aci cektirmedin mi? Yine ne isteyeceksin acaba? Saat zaten aksam 10. Birazdan cikacagim, sabrimin sonundayim. Tanrim niye okulu bitirmedim ki!?!" diye ic geciren Starbucks gorevlisi de kadina siraya girmesi gerektigini acikliyor.


Bu arada benim kahvem de geldi. Linear dusunen, super tatli muhendis sevgilim disari cikmak icin adim atti, ben de bu heyecanli olayin sonunu goremeden oradan ayrildim. Ama uzulmedim cunku biliyorum ki daha once 100 kere gordugum gibi bu ve benzeri olaylari her an her yerde gormeye devam edecegim. Ben New York'ta yasiyorum. Delilerin, siradisilarin sehrinde.



Simdi bir karsilastirma yapalim isterseniz.

Turkiye'de Starbucks: Avrupa'daki kahve evlerinden esinlenerek ortaya cikmis, cok guzel, cesit cesit kahvelerin ve tatlilarin oldugu, calisanlarinin genelde guler yuzlu, samimi bir hizmet verdigi, ayda minimum 2-3000 Lira kazanan insanlarin rabet gosterdigi, insanlarin icine girdi mi cikmak bilmedigi, masalarinda saatlerce sohbet ettigi ya da vakit oldurdugu kahve dukkanidir.

New York'ta Starbucks: Avrupa'daki kahve evlerinden esinlenerek ortaya cikmis, cok guzel, cesit cesit kahvelerin ve tatlilarin oldugu, calisanlarinin genelde guler yuzlu, samimi bir hizmet verdigi, ayda 100 dolardan 500,000 dolara kadar cok cesitli miktarlarda paralar kazanan her turlu insanin rabet gosterdigi, gercekten 10 adimda bir karsiniza cikan, musterilerinin sadece kahvesini alip disari ciktigi, illa masasinda oturmasi icin disarida firtina, dolu, hortum vs gibi can sikici hava durumlarinin boy gostermis olmasi gereken kahve dukkanidir.

Sonuc: Markalar standartlastirilabilir. Urunler, hizmetler, surecler hepsi kuresellesme akimiyla dunyanin her yerinde birebir ayni kilinabilir. Ama deneyimler yerel kulturlerden etkilenmek zorundadir. Standart mekanlari dolduran insanlar birbirinden farkli hareket etmek ve standartlari degismeye itmek zorundadir. Kuresel markalar yerellesirken kendi ozlerinden bir sey kaybetmeseler bile, yasattiklari deneyim cok farkli olabilir. O yuzden de kuresellesmekten cok da korkmamak gerekir. Ne de olsa insan irkini bir sonraki evrimsel surece tasiyacak ulus ve ulke kavrami, sinirlarin kalktigi, herkesin ayni gezegenden sayildigi ve ortak bir amac icin calistigi bir dunyadir. Bu dunyada insanlar bir sekilde ortak bir platformda bulusabildigi surece herkesin kendi dilini konusmasi, kendi gecmisini hatirlayip yasatmasi guzeldir.

Starbuckslarin yaninda Unal Kuruyemiscisi'nden alinan Kurukahveci Mehmet Efendi'ler, Alacati'da icilen damla sakizli turk kahveleri ve hatta turk kahvesi bile olan Starbuckslarda bakilan kahve fallari yok olmadigi surece, varsin Starbucks Turkiye'de ve dunyanin geri kalaninda bir numara olsun. Hak ediyor mu? Ediyor. Kazandigi parayla kendine yeniden yatirim yapiyor, gelisiyor. Karinin bir kismini topluma faydali olacak sekilde kullaniyor. Ayrica kahvesi de hizmeti de her yerde cok guzel. Tek fark, Turkiye'de sadece aylik maasi belli bir citanin uzerinde olanlar icebiliyor, New York'taysa evsizinden, delisinden super zengin borsacisina kadar herkesin kolayca satin alabilecegi bir urun.

Bir baska carpici ornek de Iphone aslinda. Onunla ilgili de garip bir anim var ama onu da baska bir zaman anlatirim.


Bir dahaki Starbucks ziyaretinizde bu olayi dusunmeniz dilegiyle,

Duygu





No comments:

Post a Comment