Wednesday, November 30, 2011

New York'ta Bir Isci Karinca

BOLUM 1
Yine mi?


Sabah saat 10 civari. Disarida piril piril bir hava var, gunes son derece comert, sanki bir onceki aksam aya karsi verdigi savasi yine kaybettigi icin simdi inadina parlar gibi.

Gunlerden cumartesi ama fark etmez zaten; burada kimse gunleri, saatleri falan takip etmez, haftanin iki gunu var gibidir; cuma, cumartesi, donusumlu olarak kullanilir. Cok da adil bir yerdir yani, bir tane haftaicinden, bir tane de haftasonundan gun secilmistir.

Derin yeni uyanmaktadir. Bembeyaz yatak carsaflari daha dun degistirilmis, taptaze, enerji doludur. Istese biraz daha yatakta takilabileceginin farkindadir, nasilsa yetismesi gereken bir yer yoktur ama o kalkmayi tercih eder. Sabah esintisinde kucuk kucuk kipirdayan ince keten perdeden suzulen gunes isinlari onu heyecanlandirmaktadir. Bir an once kalkip o masmavi gokyuzuyle masmavi okyanusun birbirine karismasini izlemek ister. Kosarak beyaz boyali ferforjeden balkona dogru gider, tam elini uzatmis perdeyi aralayacakken iceriden bir ses duyar.

Garip bir ses, o an yasadiklariyla ortusmeyen bir ses. Kus civiltisi dese degil, sevgilisi onceden kalkip mutfakta kahvalti hazirlamaya basladiysa kaynayan suyun sesidir belki. Ama olamaz; boyle inceden inceye bir tislama gibi degildir bu ses, baya borazan gibidir aksine. Aceleci ve sinir bozucu itfaiye arabalarinin sireni mi desee yoksa geri geri giderken kamyonlarin cikardigi o lanet ses mi? Ama karayip sahillerinde oyle buyuk kamyon ne gezer?

Kamyon falan degil de bu ses sanki....telefon sesi gibidir.

Telefon mu?

Telefonu burada degil ki. Peki yanina almadiysa nerededir acaba simdi?

Su lanet ses bir sussaydi belki dusunebilirdi!! Nereden geliyor bir bulsa!

Hah buldu galiba!! Ah iste telefonuymus, tam tahmin ettigi gibi.

Bir dakika.

Elinde tuttugu telefonsa eger, o zaman bu ses de alarm olmali!

Alarm mi!?!?! Yine mi?!?..

Derken uyanir. Ne gunesli bir sabahtir o sabah, ne de Karayip sahillerindedir o sirada.

Derin New York'ta yasamaktadir ve o sabaha da New York'ta gozlerini acmistir. Ha bu arada gunlerden de cumartesi degildir elbette.

Salidir.

En boktan gundur ona soracak olursaniz cunku Pazartesiye kendini hazirlayabilir insan. Tum pazar gununu boyle gecirir hatta. Gunduzden durum kontrol altindadir da saat aksam 4-4.30 oldu mu o korkunc kabusa hazirlanmaya baslar. Banyo falan da yapar, artik zihinsel zindanlarini fiziksel eylemlerle mi rahatlatmaya calisiyordur nedir bilinmez ama illa ki uzunca bir banyo yapilir pazar aksamlari.

Sonra Carsamba vardir bir de. O sempatik gun. Ortada ya, o bitince hafta bitmis gibi hissedilir nedense. Persembe deseniz insan kendini artik 4 gundur ust uste calismakta oldugu icin otopilota almistir. Persembe nasil basladi nasil bitti hatirlanmaz pek. Cuma da tum dunyada Uluslararasi Isten Kaytarma Bayrami ilan edildiginden zaten haftaicinden sayilmaz.

Ama Sali gunleri tam bir iskencedir Derin icin.

Bir hisim alarmini kapatir telefonunun, aslinda icinden onu Karayip sahillerinden sokup aldigi icin karsi duvara firlatip uzerinde tepinmek gecmektedir ama bir yandan da yeni telefona verecek parasi olmadigini dusunmektedir. Bu yuzden adi gibi bir nefes alip adina yakisir sekilde sakince yatakta dogrulmayi tercih eder. Yine sakince telefonuna uzanip saatin kac olduga bakiverir ve ruyadan cikip gerceklige ucan hayati isik hiziyla kotu bir kabusa dogru isinlanir.

Saat 8:02'dir. Yani gunun 2 dakika once iste olmus olmasi gereken kismi. Hizli kostum degistirmede usta 40 senelik Broadway oyuncularini 40 kez sollayarak giyinir, odasindan sokak kapisina kadar depar atarken bir yandan ayakkabilarini ayagina gecirir, ote yandan da cantasini ogle yemegi icin cikolata, portakal suyu, armut, meyveli yogurt ve mikrodalga firinda isitilabilen donmus Thai yemegi gibi birbiriyle alakasiz besin urunleriyle doldurmaktadir. Bir yandan da kafasinda sokak kapisindan metro duragina kadar atacagi depar sirasinda saclarini tepeden toplayip, cepten maillerine bakmayi planlamaktadir.

Saat 8.12'de Derin metronun kapisindan iceriye adimini atmistir. Bundan sonrasi onun sorumlulugunda degildir artik. Sonucta patronu da kendisi de New York'ta yasamaktadir. Her ikisi de cok iyi bilir ki bu sehirle ilgili cekilen filmlerin yarisinda insanlar metroda bir felaketle mucadele icindedirler (Diger yarisinda da asik olup birbirleriyle tabi). Her an kapidan iceri elinde 3-5 tane ayri silah tasiyan, deri ceketli bir gangster, pesinden de  yakisikli mi yakisikli, karizmatik mi karizmatik bir tane polis girebilir mesela. 

Ya da gercek hayatta karizmatik ve yakisikli polis diye bir sey olamayacagi icin, Derin'in de aralarinda bulundugu 1 numarali metro hatti yolculari yer altinda yasamakta olan ve yillar icinde radyoaktif atiklarla beslenmekten devasa boyutlara ulasmis, kirmizi gozlu bir farenin saldirisina ugrayabilir.

Belli olmaz bu isler. New York'ta bir sabah 8'de bir de aksam 6da metroya binenler baslarina ne gibi felaketler gelebilecegini asla bilmeden biner o metroya. Her defasinda yeniden goze alinan siradan bir risktir bilinmeyen.

Dolayisiyla sabah 8.00 yerine 8.22'de iste olmak tumuyle Derin'in sucu sayilamaz. Ne maceralar vererek taa Karayiplerden kalkip ise gelmeye tenezzul ettigi icin patronunun mutesekkir olmasi gerekir hatta! 

Bu fedakarligindan dolayi patronuna karsi 1-0 onde oldugunu hisseden Derin, 2 dakika Starbucks'a ugrayip bir kahve alivermesinin de sorun yaratmayacagina karar verir ve is yerinin hemen yanindaki mis kokulu kahve dukkaninda buluverir kendini.

Burada da tipki metroki gibi super duzenli ve hizli bir kargasa hakimdir sabahin o saatinde. "Corporate America" ordusunda gorevli, siyah takimlar icinde adamlar, yuksek siyah topuklar ve siyah pardesuler icinde kadinlardan olusan 15-20 kisilik asker grubunun duzenli tek sirasina, sag ve sol yanlardan iki yesil onluklu Starbucks insani eslik etmektedir. Agizlarinda elektronik, teknolojik ve supersonik bir takim aletlerle siyahli askerlerin kafein siparislerini alip, kafenin obur ucundaki KKK'ya, yani kahve kontrol kulesine iletmektedirler. Bu arada kasaya ulasan siyahli asker yillar icinde zorla bagimlisi haline getirildigi kahvenin, kenar mahallelerde neredeyse harac olarak kesilebilecek kadar yuksek olan ucretini oder. Son asama olarak kafeine kavusma masasinda suslu puslu kahvesi 2 saniye once podyumdaki yerini almis, hizla tuketilmeye hazir bir sekilde onu beklemeye baslamistir bile.

Tum bu islemler sirasinda havada dolasan ugultuda ise sunlar duyulmaktadir:

"Frapaccinomachiatosoydoubleespressomocachinoventiicedteatazograndeskinnylattereadypeppermint"

Cik cik cik.

Hic tasvip etmez Derin bu tarz tipleri. Hem nedir bu kahve sevdasi hic anlamaz, ayrica siyaha olan bu duskunlugu de kucumser. Hic yaratici degildir boyle surekli siyah giymek. Kendisinin o sabah uzerine gecirdigi siyah etek, siyah ceket, siyah ayakkabilar ve o siyah yagmurluk tumuyle aceleden oyle denk gelmistir. Yoksa bu sehirde siyahi cok sevmeye basladigi icin degil.

Kahveden de hic haz almaz zaten, sadece o sabah Karayiplerden koparilip bu organize kaosa suruklenmis olmanin sokunu ustunden atamadigi icin kahve cekmistir cani. Yoksa o Christmas doneminde cikardiklari Caramel Brulee Latte'nin yuzlerce metre oteden burnunda tutmeye baslayan kokusu onu hic heyecanlandirmaz.

Starbucks'tan cikip elinde iki adet kahveyle ofisten iceri girdiginde (patronuna da almistir bir tane; yazik simdi o da Corporate America askeridir ne de olsa, bagimlisi oldugu seydir o kahve; cani ceker, kafasi isine konsantre olamaz, is guc aksar, sirket batar falan diye almistir. 25 dakikalik rotarla hicbir ilgisi yoktur elbette) bu karanlik Sali sabahinda adi gibi bir nefes daha cekebilecegini gorur. Evet, kendiyle ayni seviyedeki butun is arkadaslari coktan gelmis, gri bilgisayarlarinin karsisinda yesil ($) dunyalarina ucup gitmislerdir bile ama patronu henuz ortalarda gorunmemektedir.

Yuzunde sinsice bir gulumsemeyle masasina yonelir, siyah montundan kurtulur, gri bilgisayarini acar ve patronu gelene kadar -ki son 3-5 rahat dakikasi oldugunun farkindadir- mis gibi yanik karamel kokulu kahvesini yudumlayarak, sadece 1 saat once yatmakta oldugu yatagi dusunmeye baslar. Hani beyaz carsafli olan, hani Karayipler'deki.

Cok degil, bir iki seneye tek isi dunyayi gezmek olacaktir ne de olsa.

~~~

No comments:

Post a Comment