Sunday, June 30, 2013

Kuzey Amerika Kanatlilari

Bu New York'un her seyi bir alem...kuslari dahil.

Odamdayim takiliyorum. Bir anda bir ses geldi. GAAAAK. Benden once olaya mudahale eden kedim Lokum cama yapisti. Balkona kus mu desem, daha da ozele inip karga mi desem ne oldugunu anlayamadigim bir Kuzey Amerika kanatli canlisi kondu. Ben bir kusa bakarim bir Lokuma; Lokumsa bir tek kusa tabiki. En ilginciyse kus hicbirimize bakmiyor. Umrunda degiliz. Ozel mulkiyete saygisizligini ve ciceklerime attigi yan yan bakislari bir kenara birakiyorum; hayvan Lokum yuzunden en ufak bir rahatsizlik yasamiyor. Neredeyse "Sen su kirmizi yapraklilari denedin mi hic kardes?! Bak allasen bir tadina bak, tum gerginligini alir. Ok gibisin yahu. Hayatta her seyin basi kafa rahatligi!" tadinda bir sohbete baslamak uzere. 


Yani ben de Cihangir'in martilari unlu saniyordum. Mahalleye yayilmis inceden ot kokusuyla percinlenmis bir sanatci vurdumduymazligini benimsemis bu martilar sozde balkonlara konup konup evsahiplerine gozdagi veriyordu. Kendilerine New York'un Yukari Bati mahallesinden sesleniyorum. Burda el kadar karga kilikli kuslar benim komando egitiminden gecmis, atik ve avci karakterli kedimle dalga geciyorlar. Biraz saygi, baska bir sey degil...


DA

Sunday, April 7, 2013

Evim


Ahoy!

Yine yollardaydim. Las Vegas'tan az once dondum. Bir araba dolusu gozlemim, onun uc kati da fotografim var onumuzdeki hafta icinde paylasacagim. Ama once huzurlarinizda yol arkadasima kisa bir tesekkur gondermek istiyorum. Bu seyahatin de benim mutlulugumun da mimari O'dur cunku.


Evim
Nisan 2013

Ustumde bir haller var benim adam.
Tatile gitmistik,
Gezmis tozmus iyice dagitmistik seninle.
Dogmamis cocuklarimizin okul parasindan yedik,
Bir de emeklilige biriktirdiklerimizden.
Iyi de ettik bosver,
Cocuklar bizi anlar,
Yaslaninca da iki kadeh az raki iceriz mehtaba karsi olur biter.
Ustumde bir haller var benim yine de.
Evimi ozledim sanmistim,
Eve gelince anladim.
O degilmis ozledigim.
E sen desen,
Sen zaten hep yanimdaydin ki benim.
Nasil olur da sen yanimdayken bile ben seni ozluyorum diye dusunurken birden anladim,
Kapinin onunde koydugumuz gibi duran bavullara bakarken.
Benim evim bu adres degil, benim evim yurdum haritada yok adam.
Sen varsin bir tek.
Evimsin sen benim.

DA


Peki Vegas?  O da yakinda!

Wednesday, February 20, 2013

NYU'nun Ordaki Starbucks


Bu hafta kafama takilan konu universite egitimi, universite yasami, oncesi ve sonrasi. Simdilik boyle bir giris yapalim, ilerleyen gunlerde universite olmasa ne olurdu onu hayal etmeye calisacagim.


Sali, Subat 19,2013 6:05PM

NYU’nun ordaki Starbucks’a geldim. Okurken buraya sık sık gelirdim. Ne kadar farkliydi New York’taki o gunlerim. Simdi metrodan inip buraya yurudum, yolda gecirdigim 5-10 dakikada suratina baktigim her NYU ogrencisinde eski beni gordum. Burasi Washington Square kampusudur, ana kampus yani. Tum lisans ve lisansustu ogrencilerinin ic ice oldugu kampus, genclerin ruhlarinin hala genc, biraz daha buyuklerin ise hala hic giyilmemis oldugu bir kampus.  Okuldayken ne kadar da farkli her sey. Ne kadar emin insan kendinden; dunyanin en tepesinde oturur, hicbir seyi takmadan baglarsin geceleri gunduzlere. Ertesi gun dunyaya bi’ dur deyip, bir iki saat ara vermek istesen tek kaciracagin 3-5 ders olur belki. Onlari da ayseden aliden alirsin nasil olsa. “Bir kere gelmisiz su hayata! Azicik tadini cikarmak bizim de hakkimiz ya!” dersin.

De.

Bir daha diyemeyeceksin ne de olsa. Sen buyuyunce dunya bir iki saat beklemiyor seni, bir iki saniye de...Basip gidiyor, tabi beraberinde senin uzerinde oturdugun dunyayi altindan kacirarak.

Dusuveriyorsun o zaman. Tepesindeydin ya dunyanin, al burasi da dibi. Dibine vurdun yani tabiri caizse. Kolay gelsin. Kalk simdi bakalim. Ekvatorun altina bile yaklasabilsen yeniden, sansli say kendini. Eger ölüm doseginde hala oralarda bir yerlerdeysen bir de, sen pacayi yirtmissin bile.  Gecmis olsun guzel ogrenci. Olur yani umarim.

Iki Asyali oturuyordu az once karsimda. Siyah beresinin altindan cenesine kadar uzanan kut kesimli, gur siyah saclariyla bembeyaz suratli sirin bir asyali kizla en guzel ancak aynisinin erkegi diye tanimlanabilecek asyali bir erkek.

Konustular da konustular; gulduler, kahkahalara boguldular, cok ciddilestiler, projelerini tartistilar, babalarinin parasini odedigi Starbucks kahvelerini yudumladir ve sonra biraz daha gulustuler. Ben de icerdim o kahvelerden. Bilkent Starbucks’ta. Ben icerdim, annem oderdi. Demek boyle gorunuyormus disardan bakan gozlere. Kusursuz ve uzak.

Cok tatliydi bizim Asyalilar. Dunyayi kurtardilar galiba. Hadi yine yirttik New York Universitesi’nin gelip gectigi bir Starbucks’ta hepimizin gelecegi kurtuldu millet. Hadi yine iyiyiz. Onlar kurtarmayacakti da kim kurtarakti ki zaten? Politikacilar mi? Sanatcilar mi? Belki de ogretmenler kurtaracaktir. Belki de emekli ev kadinlari. Sacmalamayin tabiki bu iki Asyali NYU ogrencisi kurtaracakti dunyayi. Onlar oturuyor cunku tepesinde. Hicbirimiz degil, onlar. Yukaridan asagiyi seyredip neyin yanlis neyin dogru oldugunu bir tek onlar gorebiliyor. Bugun NYU'da iki Asyali ogrenci kurtardi ya dunyayi, yarin da ITU'de iki Konyali kurtarir belki sonra Arjantin’de iki Rus sonra bir baska gun de Italya’da iki Avusturalyali.

Ogrenciler kurtaracak tabiki bu dunyayi ey ahali. Biz degil. Ta ki o diploma ellerine verilene kadar. Agizlar kulaklarda fotolar cekilecek o gun. Ogrenciler gulecek cunku yillar suren zorlu calismalarinin odulunu almis olacaklar. Veliler de gulecek tabi. Yillardir sure gelen evlada yatirim bitiyor gibi gorunecek cunku. Sonunda bir oh cekip belki birgun daha az ise gidebileceklerinin hayaliyle onlar da gulumseyecek.

Yalniz her iki tarafin da poz gulucukleri pozlarda kalabilir aman dikkat.

Ben simdi kalkiyorum. Zamaninda zamaninin otesini gormeyi basarmis adamin birinin kurdugu x firmasindan ust duzey bir insan kaynaklari yoneticisi okula gelmis, comezlere sunum yapacakmis. Ben de utanmadan geldim bu kadar ufak tefek cocugun arasina belki kadinla bir iki cumle konusabilirim de ertesi gun sirkette o gunlerdir bakip durdugum pozisyona basvurabilirim diye.

Yalniz hataymis heralde bu hareketim cunku bir tek ben dunyanin dibindeyim burda, herkes tepesinde. Ama onemli degil. Sayin IK hanim ortadadir artik. O biliyor. O benim neden orada oldugumu cok iyi biliyor. Onemli olan da bu degil mi?

Haydi universiteli. Eglen guzelim gununu gun et. Yeri gelsin kahkahalara bogul, yeri gelsin cok ciddi ol, dunyayi kurtar. Bu dunyanin sana ihtiyaci var diye dusun. Yok ama sen dusun. Kac kere cikabilir ki insan o tepeye?

DA. 

Sunday, February 17, 2013

Boktan Insanlarla Nasil Mucadele Edilir - Kisa bir Ceviri


James ALTUCHER’in “I Was Blind But Now I See” kitabindan bir bolum
Ceviren: Duygu AKTAN

Ben kendi beynimden nefret ediyorum. Bazen yolda yuruyen insanlara baktikca her biriyle ilgili kotu ve acimasiz yorumlar yapan bir katil uyaniyor gibi geliyor icimde. Size de olur mu boyle?

Sık sık kendimi: “Oylesine yoluna cikmis olan bu adami tanimiyorsun bile. Yaninda 17 yasinda, kendi kicini bile silmekten aciz, pis, tek istegi senin geberip gittigini gormek olan bir metresle gezen, sahtekar, zengin, Hamptons duskunu, ukala bir orospu cocugu olup olmadigini bilmene imkan yok.” diye dusunmekten uzaklastirmaya calisirken buluyorum. Sonucta bunu bilemem! O zaman neden boyle dusunup duruyorum? Buyuk ihtimalle yoldan gecen pek cok insan da benimle ilgili ayni seyleri dusunuyordur. Bu garip adam da kim? Evsiz falan mi? Neden en azindan saclarini tarayamiyor? Fermuari neden acik? Yoksa cocuk tacizcisi bir sapik mi bu adam?

Insanlarin buyuk cogunlugu epey boktandir. Ama hepsi degil. Ve aslinda hic isinize yaramayacak, sizin zamaniniza degmeyecek olanlari icin bile bir sistem gelistirmeniz gerekir ki SIZ daha mutlu olabilesiniz ve kafanizda yarattiginiz bu zampara, dedikoducu, bagimli kilikli tipi kafanizdan cikartip kicina tekmeyi basabilesiniz.

DUNYADA SADECE DORT CESIT INSAN VARDIR. Eger bu dort cesit insan tipinin her biriyle nasil basa cikmaniz gerektigini erken kavrayabilirseniz sonsuza kadar mutlu yasayabilirsiniz. En nihayetinde, bu dort tip insanla anlatmak uzere oldugum sekilde iletisim kurarak, ne kadar zor olursa olsun her birini net bir sekilde kategorilerden birine oturtabilmelisiniz. Amac bu olmalidir. Ne de olsa tum hayatinizi mutsuz gecirmek istemezsiniz.

Hemen onceki bolumlerde son 15 yildir icinde bulundugum tum zorlu durumlardan basariyla cikmami saglamis olan “Gunluk Uygulamalar”dan bahsetmistim.

GUNLUK UYGULAMALAR DORT TEMEL AYAK UZERINDE DURUR. Pek cogumuz gunluk hayatta bu ayaklardan sadece biri uzerinde yogunlasiriz (Fiziksel, Duygusal, Zihinsel ya da Ruhsal) ancak hayat denen bu yemek masasinda dusmeden oturabilmek icin hepimizin her bir ayagi dengede tutmasi sarttir.

Uygulama amacina uygun bir sekilde isleyip, sizi basarinin esigine ulastiracak, arkasindan da sadece daha cok basariyi beraberinde getirecektir. Ben buna daha  once kendimi inanmaya ikna ettigim tum sacma sapan, hayal urunu seylerden cok daha fazla inaniyorum.

Ancak uygulamanin duygusal ayagini gelistirmek epey caba gerektirir. Hatta buyuk ihtimalle isin en zor kismidir. Verdigim konusmalarda dinleyiciler genelde konunun Zihinsel ayagiyla ilgili sorular sorar, “fikir uretici kas” ile ilgili. Ancak isin duygusal boyutu da en az onun kadar onemlidir ve genelde pek dikkate alinmaz, hatta saf disi birakilir. Aslinda son derece kritiktir.

Cozum ise DORT farkli insan tipini belirlemek ve her birine nasil yaklasmaniz gerektigine dair kendinizi disipline etmekten gecer.

DORT CESIT INSAN TIPI

#1 MUTLU INSANLAR: Bu dunyada icten bir sekilde mutlu yasayan insanlar var. Elbette onlarin da aci cektigi olur. Herkes aci ceker. Ama pek cok insan tam da su anda, gercekten hayatindan son derece memnun bir sekilde yasamaktadir.

Boyle insanlara (hepsine degil ama kesinlikle bazilarina) mutlu olduklari icin sinirlenmek son derece dogal bir reflekstir. Hangimiz arada sirada da olsa bunu hissetmeyiz ki? Haydi kaldirin o elleri!

Mesela Connecticut’ta* 2000 metre kare bir evde, inanilmaz cekici karisi veya kocasi ile birlikte, gercekten mutlu bir hayat suren birini ele alalim. Bu kisiye sinirlenmemek zordur. Ancak sinir Gunluk Uygulamanin hayatiniza faydali sonuclar getirebilmesini engelleyecektir. 2002’de serbest yatirim fonu yoneticilerini benimle yatirim yapmaya ikna etmeye calistigim siralarda, sık sık tam da az once tarif ettigim gibi insanlarla tanisirdim. Ve tabi aileleriyle. Kisa sortlar giyen seksi esleriyle de. Yatirim yoneticileriyle onlarin evinde, sevgi dolu, yetenekli sefleri tarafindan hazirlanmis gurme oglen yemekleri yerdik.

Hayata lanet etme duygusunu saklayamazsiniz. Hemen aninda bir maske takamazsiniz. Eger biri maskeli baloda gibiyse, o kisinin maskesini rahatca gorebilirsiniz. Bu insanlar icin ancak icten gelerek mutlu olabilirsiniz.

Bu dunyada iki gram mutlulugu yakalamak bile zaten yeterince zordur. Lutfen suanda mutlu olan insanlar icin siz de mutlu olmayi deneyin. Aklinizi bu insanlar icin sevinmeye egitin. Kiskancliklariniza ve hayata gucenme duygusuna onlar sizi ele gecirmeden once engel olun.

Zamaninda Carrie Fisher’in komedi yazarligi ile ilgili yaptigi bir yorumda da dedigi gibi: “Kimse guzel insanlarla ilgili yazilar okumak istemez.” Buyuk ihtimalle hakliydi da. Ama eger basaridan basariya kosmak istiyorsaniz, her seyden once etrafinizda mutlu olan insanlar icin kendinizin de gercekten mutlu olabilmesi gerekir. Onlari cok sevmek zorunda degilsiniz ama onlara gucenmemelisiniz.

Disaridaki mutluluklari takdir etmeye basladiginizda kendi icinizde de guzel bir ev yaratiyorsunuz demektir; mutlulugun gelip tasinmak isteyecegi bir ev.

#2 MUTSUZ INSANLAR: Ben sik sik mutsuz olmusumdur. Ozellikle geride biraktigimiz son 10 senede. Bazen isler istedigimiz gibi gitmeyebilir. Bazen insanlar ölür; bazen de icimizden bir parca. Sanirim son 10 yilda yasadigim mutsuzluk ve cektigim acilar bana baskalarina karsi merhametli olmayi ogretti. Icinizdeki merhamet duygusunu gelistirmeye calisin. Bununla sizden daha sanssiz olanlar icin tum enerjnizi tuketin demek istemiyorum. Ama az da olsa anlayis gostermek ve sadece elinizden geldigi kadarini yapmak bile buyuk fark yaratir. Ve hatta kendi sahip olduklarinizi paylasmaniz daha bile iyi olur. Eger birine ise yarar bir ögüt verebiliyorsaniz mesela, hic durmayin yapin bunu. Ama ucus aninda her zaman oksijen maskenizi yakininizda bulundurun ve hicbir zaman once kendinizinkini takmaktan cekinmeyin.

Mutsuz insanlar kolaylikla birazdan bahsedecegim 4. kategoriye gecis yapabilir. Her zaman oncelikle kendinizi korumaniz gerekir. Anlayisli olun ama sinirlarinizi cizin. Sizin amaciniz gun boyu kendi ic huzurunuzu korumak ve bu sayede kendi basarilarinizi elde etmek olmalidir. Bunu yapmanin en kolay ve hizli yolu sizden daha sanssiz olanlara anlayisla yaklasmaktir. Hayatta verdikleriniz size fazlasiyla geri gelecektir. Sunu deneyin: hayatinizdaki  tum mutsuz ve aci cektigini bildiginiz insanlari gozunuzun onune getirin, bes dakika boyunca onlarin daha mutlu bir hayat yasadiklarini ve bu hayatin nasil olacagini hayal edin. Bu zihninizi egitmeye yardimci olacaktir.

#3 IYI INSANLAR: Bu grup “Mutlu” insanlardan farklidir. Iyi insanlar art niyet beslemezler. Bazilari gercekten sadece baskalarina yardim etmek ister. Bu gibi durumlarda ilk tepki (en azindan benim icin) onlardan suphe duymak, onlara gucenmek  hatta belki onlari kiskanmaktir. Ben mesela Bill Gates hayir islerine 100 MILYAR dolar harcayabildigi icin onu kiskaniyorum. Ama kendim icin yapabilecegim en buyuk iyilik tam da bu kiskanma aninda kendimi durdurup “O iyi bir insan. Ben de onun kadar iyi olabilmeyi isterdim. Umarim elimden geldigi kadar da olsa ona bir yardimim dokunur” diyebilmektir. Size iyi davranmis olan tum insanlar icin minnettar olun. Gunde sadece bes dakika. Tutsu falan yakmaniza ya da lotus pozisyonuna gecmenize gerek yok. Mesela otobuste bir yere giderken gulumseyin ve minnettar oldugunuz insanlari dusunun.

Son olarak, en onemli kategoriye geliyoruz. Dunya capinda her gun gunde katrilyonlarca beyin hucresinin bosa harcanmasina sebep olan kategori. Neredeyse kendini Tanri ilan edebilecek kadar sabirli nice insalar bile bu son kategorinin sebep oldugu bitmek tukenmek bilmeyen sinir harplerinin ve acilarin kurbani olmustur.

#4 BOKTAN INSANLAR: Ortada hicbir sebep olmamasina ragmen size kotuluk yapan insanlardir. Sizi asla anlamayacak, size kotu seyler soyleyip, kotu seyler yapacak ve ne kadar seytani insanlar olduklarinin asla farkina varmayacaklardir.

Ve siz onlardan nefret edeceksiniz. NEFRET. Gelip sabahin ucunde beyninizin kapisini calacak ve size bagirmaya baslayacaklardir. Siz de onlara geri bagiracaksiniz ve boylece onlar size bir kez daha bagiracak ve bu boyle surup gidecek. Butun gun. Butun sabah, butun oglen, butun aksamustu. Dunyanin en boktan insanlariyla yapilan ve bitmek tukenmek bilmeyen konusmalar. Size iskence edecekler, sizi oldurecekler, kariniza tecavuz edecek ve beyninizdeki dusuncelerin bogazini kesecekler ve tum bunlar asla umurlarinda bile olmayacak cunku dogru olani yaptiklarini dusunecekler. KIMDEN BAHSETTIGIMI COK IYI BILIYORSUNUZ. Cunku tipki benim hayatimda oldugu gibi sizin de hayatinizda bunlardan en az 20-30 tane var. Belki de eski arkadaslariniz, akrabalariniz, komsulariniz, her neyse, her kimse ve her ne zaman karsiniza cikmissa. Hayatinizin ustune cullanip kelimenin tam anlamiyla icine eder onlar ve bunu yaptiklarinin farkinda bile degillerdir.

Bazen zayif bir animda kendi kendime sunu sorarim: Ya eger onlarla bir kez daha karsilasirsam? Ne kadar siddetli bir sekilde canlarini yakip, onlari yok edecegimi dusunurum. Belki son derecede siradan tavirlarla yanlarina yaklasip, kafalarini kocaman bir cam bardakla yararim, burunlarini kirarim, yer kirik cam parcalarinin icinde yuzdugu bir kan golune donusur. Yuzleri paramparca, tutup buktugum ve uzerinde tepindigim kollari kiriklarla dolu.

DURUN!

Gecen gun biriyle aynen buna benzer bir konusma gecirdim; kendisine ondort yil once kazik atmis olan bir arkadasiyla ilgili konusurken kendini durduramiyordu. Yeter! Sen tam bir gerizekalisin ve bu bahsettiklerin son derece sıkıcı. Her halukarda bu senin sucunmus zaten! Yani eger hala ondort yil once yasanmis bir olayla ilgili bu kadar sinirlenebiliyorsan artik bu olayin sana kazik attigini dusundugun insanla bir ilgisi kalmamis demektir. Bu artik dogrudan seninle ilgilidir.Gecmis gecmiste kalmistir bu yuzden de ona mazi denir ama sen hala orada kalmis olaylari kendi icinde barindirip buyuterek bugune tasiyorsun. Derhal onlarla vedalasmalisin. Hemen simdi.

Bu en kotu kategoridir. Size bununla ilgili bir olay daha anlatayim. Zamaninda bir okuyucum blogumda paylastigim bir yazi icin korkunc bir yorum yapmisti, simdi tekrar etmenin anlami yok ama irkci, acimasiz, kaba vs bir yorum.  Ben de bu yorumu sildim, okuyucuyu da onun IP adresini de engelledim. Hemen ardindan da kendisine onunla ilgili ne dusundugumu ince ince anlatan bir e-posta gonderecektim. Cok sinirliydim. Ve sonra kendimi durdurdum. KENDINIZI DURDURMAK ZORUNDASINIZ.

Sunu unutmayin:

BIR DOMUZLA BERABER CAMURA GIRERSENIZ, SIZ KIRLENIRSINIZ, DOMUZ DA MUTLU OLUR.

Bu insanlarla mucadelede sizi oldugunuzdan daha mutsuz kilmak yerine mutlu olmanizi saglayacak TEK bir yol var. TEK YOL. Ve her zaman ise yarayan bir yol. Bakin Gunluk Uygulama’nin duygusal ayaginin en onemli parcasi budur. BOKTAN INSANLARI TUMUYLE YOK SAYIN.

·      ONLARI TUMUYLE YOK SAYIN.
·      ONLARI DUSUNMEYIN.
·      ONLARLA KONUSMAYIN.
·      ONLARA YAZMAYIN.
·    ONLARA HERHANGI BIR TAVSIYEDE BULUNMAYIN. Onlar ASLA sizin tavsiyenizi dinlemeyecektir. Aksini dusunmek cahilce ve zuppece olacaktir. Bu sadece sizin daha fazla aci cekmenize sebep olacaktir. Benim amacim hayatimda aciya sebebiyet veren tum kisirdonguleri ortadan kaldirmaktir. Boktan insanlara tavsiyelerde bulunmak sadece ama sadece sizi daha fazla sikintiya sokacaktir. Aci bu durumda olasi tek sonuctur. Mutlu olmak icinizden size aci vermis anlari cikarip tuvalete atip sifonu cekmeye cabalamaktan cok daha iyidir. Acilari defetmekle ugrasmak zordur.
·  EN ONEMLISI DE: ONLARIN DEDIKODUSUNU YAPMAYIN. Sadece onlari tumuyle yok sayin. Onlarin mutlulugu ya da ne kadar korkunc insanlar olduklari bizi hic ilgilendirmemeli. Biz sadece ama sadece kendimiz ile ilgilenmeliyiz. Asla onlarin dedikodusunu yapmayin. Gerekirse bunu 500 kere tekrarlayin.

Bu gunluk disiplin gerektirir. Belki 1000 şınav cekmek bile daha kolaydir. Kisa bir sure once Wall St Journal gazetesinin internet sayfasinda altina 971 yorum yapilan bir yazim yayinlanmisti. Bu yorumlarin rahat 950’sinde isi gucu internette tartisma baslatmak olan, isimsiz tipler bana moron ve hatta daha kotu seyler oldugumu soylediler. Inanin abartmiyorum. Butun yorumlari goz ardi ettim. Harika. Ancak bu kadar umursamayabilirdim. Orada kazanan bendim.

Fakat sonra bariscil ve huzur dolu olmasi beklenecek, yoga ve Budizimle ilgili olan “The Elephent Journal”da baska bir yazim yayinlandi. Site gercekten  ilham verici bir site ve ben sık sık orada yazarim. Bu seferki yazimin konusu 18 yasinda kucucuk cocuklarin savasa gonderilmemesi gerektigiydi. Ben barisi severim. Illa biri gidecekse en iyisi 40 yasinda adamlarin savasa gitmesidir. Onlar hayatlarinin sonuna daha yakindir ne de olsa. Akliniza gelebilecek en nefret dolu tepkileri aldim. Insanlar beni Hitler’le bir tutuyordu. O kadar sok oldum ki oturup beni destekleyen mesajlara cevap verecegime sabahin ikisine kadar beni yeren, hakkimda nefret dolu yorumlar yapan insanlara cevap vermeye calistim.

NEDEN BOYLE BIR SEY YAPTIM BEN? Benden nefret eden insanlarin benden hoslanmasini istedim. Benimle ayni fikirde olmalarini ve beni sevmelerini istedim. Bu ayni kafaniza bir silah dayayip “Eger benim dediklerimi yapmazsan kendimi oldurecegim” demeye benziyor. Sonucta o tetigi ceken sizsiniz.

Butun bir gece boyunca disiplinimi kaybettim, gece gec yattim ve tekrar sistemimi duzene oturtmam en az 36 saatimi aldi. Ne buyuk bir kayip. Hem de koca bir hic icin. Bu uygulamayi devam ettirmek zaman zaman zor olabilir. AMA EGER BUNU YAPMAZSANIZ BASARISIZ BIR HAYAT YASAYIP MUTSUZ öLüRSüNüZ.

Ayrica bununla ugrastigim icin bir kupa mi kazandim? Tum o nefret dolu yorumlara cevap verdigim icin kazandigim kocaman altin bir kupa! Yorumlari yazanlardan bir tanesi bile ben cevapladiktan sonra cikip da: “Sen haklisin. Ozur dilerim. SIMDI SENI SEVIYORUM. Haydi barisalim!” mi dedi? Elbette hayir! Onlar sadece kavga etmek istiyor. Ben domuzlarla camura girdim. VE KIRLENDIM.

Eger biri size en buyuk dusmaniniz olan “Falanca hakkinda ne dusunuyorsun?” diye sorarsa siz “Kim?” diye cevap vermelisiniz. Hepsi bu kadar! Ne bir aciklama ne de baska bir sey! “Kim?” Sonra da derhal konuyu degistirin.

Gunluk Uygulama’nun duygusal ayagi iste budur ve daima diger uc ayakla birlikte dengede tutulmalidir. Bu dengeden en ufak bir sapma bile sizi geriletecektir. Boktan insanlarla ilgili yukarida yapmanizi tavsiye ettiklerimden azicik bile daha fazlasini yapmak icin sarf edilecek bir caba, canli canli yureginizi yiyip bitirecek hamamboceklerine donusuverir. Daha fazlasini yapmayin.


*Pek cok insanin genis malikanelerde yasadigi, bir hayli zengin nufuslu Amerikan eyaleti.

Saturday, December 15, 2012

Hüngür Hüngür Ağlatan Oyun Salonu

Bu sabah cok ilginc bir Cumartesiye gözümü actim. Aslinda erken kalkip bilgisayarin basina gecip deliler gibi kendime yeni kariyer opsiyonlari belirlemekle ugrasmam gerekiyordu. Erken yerine oglen 1'de kalktigimi ve kariyer opsiyonlari yerine populer vimeo videolari izledigimi saymazsak bu planimi gerceklestirdim de.

Nereden bilecektim gelecek planlariyla dolu, hırsa bulanmis bir cumartesi sabahi yerine salya sümük agladiğim bir sabah olacagini?..

Zaten her zaman cabuk duygulanan bir tip olmuşumdur. Hatta  yaşım ilerledikce  su dizileri ya da ana haber bultenini izlerken aglamaya baslayan anneanneler, teyzeler vardir ya -benim var en azindan- ayni onlardan oldum. Dolayisiyla duygulu bir video izlerken gozumden bir iki damla yas dusmesi cok da garip karsilanacak bir sey degil. Ama hickiriklara bogularak aglamak ne demek??!

Yuh! 

Sebebimin adi Caine. 9 yasinda minik ama dev gibi bir oglan cocugu. Los Angeles'in fakir dogu tarafinda yasiyor. Yedek araba parcalari satan bir babasi var. Kucuk bir de garajlari. Caine dusununce dunyadaki onbinlerce baska cocuga gore aslinda cok daha sanssiz dogmus ama hepsinden daha disiplinli, caliskan ve sevdigi isin pesinden gidecek kadar cesur.

Bu konuya blogta daha once de yer vermistim. Toplumun dayattiklarina inat -mukemmel bir kolejde mukemmel bir muhendislik/finans ya da hukuk egitimi ardindan bulunmasi gereken o mukemmel is, ardindan mukemmel es ve mukemmel cocuklar gibi- kendi aşık oldugu isin ve onun gerektirdiklerinin pesinden kosmayi tercih etmis bir Bill Cunningham yazisi vardi mesela belki hatirlarsiniz. Caine de Bill gibi. Kafasina koydugu bir sevdasi var ve sadece 9 yasinda olmasi bu yolda ilerlemesinde en ufak bir engele sebep olmamis. 

Caine oyun salonlarini cok seviyor. O kadar ki sonunda dayanamayarak babasinin garajinda kendi oyun salonunu inşa ediyor. Belki de aylarca hic musteri gelmemesine ragmen o her haftasonu, hem cumartesi hem de pazar gunleri "dukkan"inin basina geciyor ve gelmeyecek musterilerini beklemeye basliyor. Sonunda bir gun bir mucize gerceklesiyor ve Caine'e bir musteri geliyor. Onun dehasina inanmakta gucluk ceken bu musteri kucuk bir cocugun yarattigi bu oyun salonunun tum dunyayla paylasilmasi gerektigine kanaat getiriyor.

Sonrasi malum.

Pecetelerinizi simdiden hazirlayin. Bunlar mutlu gozyaslari. Sahsen bana umut veren gozyaslari. Dunyada herkes tek bir kaliba girmek zorunda degildir. Sevdigi ve istedigi hayatin pesinden kosanlara da ekmek vardir bu dunyada! 

Ben bu cumartesi sabahi kendime yeni isler arayamadim ama cok daha onemli bir sey elde ettim. 9 yasinda Los Angeles'li fakir bir cocuk bana yeni bir vizyon kazandirdi. Bakalim size ne kazandiracak?



Caine's Arcade from Nirvan Mullick on Vimeo.

Friday, December 14, 2012

Biz O Sirada Maskeli Baloya Gidiyorduk Memur Bey...

Tutturduk haftasonu kiyafet balosuna gidecegiz diye.

Gitmesek, kıçımızı kırıp normal insanlar evde her ne yapiyorsa biz de ondan yapsak ölürüz! Hayatta olmaz.

Olmadi tabi yine ama onun yerine olanlar bu sefer bizim icin bile normal sayilamazdi.

Sevgilimin Izmir'den cok yakin bir dostu geldi ziyaretimize. Cok sevdigimiz, bagimlilik yaratan cinsten bir insan. Yalniz sadece 5 gunlugune geldi - o da bizden; normal degil - o yuzden her dakikasini dolu dolu yasamak istiyor haliyle. Son aksamina denk gelen ve davet edildigimiz bir kiyafet balosu var. Abidik gubidik giyinip gidecegiz iste.

Gitsek mi gitmesek diye git geller icinde bogusurken sonunda kendimizi giyinmis bir halde kapidan disari adim atarken bulduk. Ben Puerto Rico'da bir vintage magazasinda $12'a buldugum kocaman vatkali, ustu silme parlak pullarla kapli 60lardan kalma bir elbise giydim, ki bu elbise ayri bir yazi basligi altinda anlatilmayi hak ediyor. Simdilik bu hikaye icin bilmeniz gereken onemli detay icinde topuklu ayakkabilarimin oldugu bir torba tasiyor oldugum. Zira ben parmak ucunda yuruyebilen kizlardan degilim. Bir de portfoy cantam tabi.

Ah cantam. 

Sevgilim, ben ve sevgilimin en yakin arkadasi gule oynaya metrodan iceri girdik. Atom karincayi bile dogduguna pisman edebilecek enerji patlamalari yasayan dostumuz tutturdu fotografinizi cekeyim diye. Ben derhal pozlar vermeye basladim. Sevgilimse sıkıldı, somurttu, poz vermek disinda her turlu sebekligi yapti. Biz ayaga kalktik; geri oturduk; olmadi bir daha ayaga kalktik. Eglendik durduk. Genciz ne de olsa, metronun gelmesini beklerken gececek 2 dakikayı da bilimum sacmaliklar pesinde kosmadan geciremiyoruz.


Neyse, geldi metro bindik. Bizim ev 79. sokakta. 1 numarali trendeyiz. Lokal gidiyoruz; yani dur kalk yapiyoruz 5 blokta bir. Ama olsun o da sıkmıyor bizi. Zaten atom karinca, sevgilim kendini oldurmeye yaklasmis olmasina ragmen hala fotograf derdinde. Bense onlari seyredip egleniyorum. 

Pek hafifim zaten o sirada, icim kus gibi. Hafif demisken. Gercekten ya, ne kadar da hafifim ben. Cantam elimde halbuki ama....

Cantam...

Ama elimdeki canta degil ki, torba!

E cantam?

CANTAM NERDE YA!?!?@@#$@$@




O sirada aklimdan saniyenin onda birinde yuzonbin dusunce gecti tahmin edersiniz ki. Kafami kaldirip 42. sokak Times Meydani duraginda oldugumuzu gormem ve bunun da hizlica tekrar bizim eve giden treni yakalayabilecek olmam anlamina geldigini dusunmem bir oldu. Sevgilime donup trenin icine iyi bakin diye bagirabildim sadece ve ucarak -ucmak icin kanat gerektigini kim soylemisse hic New York metrosunda cantasini kaybetmemis- trenden disari firlayip, merdivenleri dorder beser tirmanarak diger treninin oldugu platforma geldim. Allahin sevdigi kuluymusum demem su noktada ne kadar anlamli olacak bilemiyorum ama bir sebepten tren tam ben bindigim anda kalkti ve tekrar bizim eve dogru yola koyuldum.


Bir dakika! Tek basima miyim ben? Yok degilmisim. Sevgilim ve arkadasimiz da yetismis. Ama onlar indigimiz trene iyi baktilar mi ki? Ya ben cantami tek basina Manhattan'in guney ucuna dogru bir yolculuga gonderdiysem bu sefer de!? O zaman iste dusunce gucuyle kaşığı bukmek falan gibi bir deneyim yasamis olurum.

Dusunce gucuyle aslinda unutulmamis cantayi zorla metroda unutmak. Inanmak zor degil; yapabilirim.

Her neyse bize donelim. 2 dakika once baska bir trende fotograflar cekip simaran biz simdiki trende stresten yerimizde duramiyor, buyuk ihtimalle bagirarak konusuyor ve kendi tirnaklarimizi kokune kadar bitirmis oldugumuz icin etraftaki insanlarin tirnaklarini kesiyoruz yan gozle.  Tabi o sirada cantaya ne olmus olabilecegine dair havada ucusan ihtimaller saymakla bitmez. Felaket senaryolari hafif kalir; örgüt planlari resmen.

Ben: CANTAM NERDE YIIAAA?!?!

Sevgilim: Ben metroya cok iyi baktim. Hicbir yerde yoktu.

Arkadasimiz: O'lum, ben de baktim ama cok mu hizli ciktik ki ya? Ulan ya orda kaldiysa!?

Ben: CANTAM NERDE YIIAAA?!?!

Sevgilim: Abi kesinlikle orda degil. Asla. En ufak bir ihtimal yok. Onu bizim evin orda istasyonda unuttuk biz. Kesinn.

Arkadasimiz: Bence de ya. O'lum gitti canta. Birakirlar mi onu, aldilar kesin.

Ben: CANTAM NERDE YIIAAA?!?!

Sevgilim: Kesin! Dur bakalim belki kredi kartlarini falan alip kacmislardir. Kimligi napcaklar ki sonucta? Duygu kac tane kartin vardi icinde?

Arkadasimiz: Tabi senin elinde torba var ya, ondan sandin ki canta hala elinde. Ama canta aslinda bankta kaldi. Biraktik onu orda. Kesin. Düşürsen hisseder miydin?

Ben: CANTAM NERDE YIIAAA?!?!



Anlayacaginiz uzere, tumuyle mantik disi olan ve sadece gurultu kirliligine sebebiyet veren bir takim konusmalardan sonra bizim istasyona geldik. Cantami unutmus olma ihtimalinin basladigi sureyle o an arasinda 10 belki 12 dakika vardi. Cok degil sonucta ama icinde yepyeni bir Iphone, 2 kredi karti, 2 kimlik ve de en kotusu diyabetle ilgili mevcut teknolojinin vardigi tum cozumleri bunyesinde barindiran  ve ne oldugunu bilmeyen bir goze cok para edecek ivir zivir aletler gibi gorunecek medikal cihazlarin oldugu bir canta icin 12 dakika yalnizlik son derece uzun bir sure. Nitekim FBI ajani hassasligi ve olimpiyat kosucusu hizinda yaptigimiz genis kapsamli arastirma sonucu (coplerin icine bile goz attik) cantami bulamadik.

70-80 yasinda, sendikali olmasi sebebiyle hala isinin basinda duran ancak duyma yetisiyle beraber yavas yavas konusma yetisini de kaybetmeye baslamis ton ton metro gorevlisi de bize konuyla ilgili cok fazla yardim edemedi. Neler oldugunu anlatip, bu noktadan sonra ne yapabilecegimi sorma cabalarim sonucsuz kalinca sevgilime donup ben konusamiyorum suan sen anlat dedim.

Kendimi sadece "Oh Uh" sesleri cikarabilen bir orangutan gibi hissediyordum. Betondan bir ormanda cantasini kaybetmis diyabetik bir orangutan.

Zor tabi.

Sonucta metrodaki kameralarin ozel esya unutma durumlarinda izlenemeyecegi; pazar aksami kimseyi bu konuyla yormamam gerektigi; illa cok bir mudahalede bulunmak istiyorsam da 511'i arayabilecegim soylendi. Daha fazla vakit kaybetmeden eve dogru kosmaya basladik. Neden kosuyoruz ki o noktada artik? Cunku benim dogustan FBI sevgilim telefonuma "Find My Iphone" mucizesini yuklemis de benim haberim yokmus.

Bilgisayardan o sirada telefonumun nerede oldugunu gorebilecegimiz bir sistem var elimizde. Haliyle biz yine topukluyoruz. Ben son derece panigim ve hala herhangi bir dilde kurabildigim tek cumle "CANTAM NERDE YIAAAA?".

Eve variyoruz. Uygulama gercekten de dedigi kadar var, adamlar bul beni demis ve dediklerini becermis de. Buluyoruz telefonu iyi mi!? Gozumun onunde 34. sokaktan asagi dogru iniyor. Resmen ozgurlugune kavusmus Free Willy gibi metroda tek basina sokak sokak geziyor cantam!


Ne yapacagimdan pek emin olamadan 511'i ariyorum 5. defa. Tum aramalarim sonucsuz kaliyor, canli bir muhataba ulasamiyorum. Pazar aksami saat 8 oldugu da dusunulurse herhangi bir canliyla konusabilme umudum da pek yok. Tabi eger o sihirli 3 tusa basmazsam.

9

1

1

Bu numarayi sacma sapan sebeplerden arayip mesgul eden insanlarin ceza aldigina dair duymus oldugum sehir efsanelerini de hice sayarak derhal tusluyorum numarayi.

Hayret! Direk kanli canli bir insan sesi "911. How can I help you?" diyor.

Bense CANTAM NERDE YIAAA? nin Ingilizce versiyonunu geveliyorum agzimda. Karsidaki kadin haliyle "Ne oldu, ne oldu?!" diyor.

Bu sefer daha sakin bir ses tonuyla, cantami metroda unuttugumu, icinde medikal aletlerimin oldugunu ve Iphone umdaki Bul Beni zimbirtisi sayesinde suanda cantamin nerde oldugunu gorebildigimi anlatiyorum.

"Lutfen derhal New York'taki butun devriye ekipleri 23'le 7'ye gonderebilir misiniz lutfen!?!? Acil durum da bu!!!" derken onca yildir odedigim vergilerin sonunda bir ise yarayacagini dusunerek seviniyorum.

911 gorevlisi kadinsa derin bir nefes cekip, saglik durumum yuzunden ambulans gonderilmesini istemiyorsam eger kendisinin bu konuyla ilgili yapabilecegi hicbir sey olmadigi icin artik telefonu kapatacagini; benimse 311'i arayabilecegimi soyluyor.

Ben agzim acik bir sekilde telefon elimde kalakaliyorum.

AMA BEN TELEFONUMU GOREBILIYORUM YIIAAAA. 23'le 7'de iste! Hadi gidin getirin onu bana diyen aglamakli halimi sevgilim bölüyor ve "Duygu! Telefonu kapattilar!!! Artik goremiyoruz nerede oldugunu" diyor. Bu harika haber karsisinda tam olarak nasil tepki vermem gerektigini pek bilemeden derhal taksiye binip o adrese gidecegimizi soyluyorum. 

Kapilip gittigim histerik duruma caresizce ayak uydurmaya calisan sevgilim atliyor benimle bir taksiye, cikiyoruz yola. Istanbul'da falan olsak "Abi bastir soldan, acil durum!" dersin, adam da seve seve seni cehenneme bile yetistirir. New York'ta tabi arabaya atlayip, "Yasal olarak gitmenize izin verilen en yuksek hizda 23'le 7'ye gidebilir miyiz lutfeaan!?!?" diyebiliyorum. O sirada degil tabi ama sonradan dusununce bu kurdugum cumleye de cok guluyorum.

Yolda giderken ben 911'in yonlendirmis oldugu 311'de karsima cikan telesekreter mesajlariyla bir monolog icine giriyor ve belki bir operatore baglarlar umuduyla durmadan 0'a basiyorum. 5-10 dakikanin sonunda ulastigim gercek insan da bana bu konu icin 511'i aramam gerektigini soyleyince avazim ciktigi kadar aglamak icin cok guclu bir istek duysam da sabirla 511'i bir daha ariyorum. 6. kere. 

Baslangic seviyesinde Alzeimer hastasi oldugunu ogrendigim kayip 60-70 yaslarinda bir amcayla teyzenin tum hayat hikayeleri, uzerlerinde ne oldugu ve en son nerede goruldukleriyle ilgili fazla detayli bir ses kaydini dinleyerek 10 dakika telefonda kaliyorum. Bir yandan da elimde olmayarak bu ciftin Obama'nin uzaktan anneannesiyle dedesi falan oldugundan suphelenmeye basliyorum. Amerika'da her yil binlerce insan kayboluyor da niye 511 hattindan yararlanmak isteyen tum vatandaslar 10 dakika bu ikisi icin hatta beklemek ve cizilen asiri dramatik tabloya iclenmek durumunda birakiliyor anlayamiyorum cunku. Cantami, telefonumu falan unuttum neredeyse. Sevgilim "Nooldu!?! Niye susuyorsun? Actilar mi!?!" gibi elimizdeki acil durumla ilgili sorular sorarken ben "Shhh!! Dur bir saniye teyzenin ne renk kazak giydigini duyamadim!" diyorum.

Her neyse sonucta 511'de kimseye ulasamayarak "Ben size mi kizayim, kurdugunuz sacma sisteme mi yoksa kendi gerizekaliligima mi!?! " diyen bir sesli mesaj birakarak telefonu kapatiyorum. 


Bu noktada kendini konuya otomatik olarak dahil olmus hisseden taksi soforu abla 911'i aradin mi, onlar polis gondersin diyor ve kredi kartlarini iptal ettirmeyi de unutma diye tembihliyor. Icinde bulundugum caresizlige kaptirmis olacagim ki adama sagol kardes. Onlari da ariyorum simdi gibi bir cevap verirken buluyorum kendimi. Bu gibi panik anlarinin son evresindeyim artik.

Kabullenme.




Ben, Duygu Aktan cantami New York metrosunda unuttum ve icinde tasidigim -kelimenin tam anlamiyla- butun hayatim da suan 23'le 7 civarinda bir yerde gecenin karanligina karismis durumda.

Ama hicbir zaman yenilgiyi kabullenen bir yapim olmamistir. Daha oyun bitmedi; elimde  telefonun kapanmadan once son bulundugu yerin adresi varken pes etmem soz konusu olamaz.

Iniyoruz taksiden. Geldik 23'le 7'nin kosesine. Restoranlar var bir suru. Her birine girip girip cikiyoruz, soruyoruz, gozlemliyoruz, aslinda resmen sorguya cekiyoruz. Ama kibarca! Neyse ki sevgilim yanimda da sen sakin konusma kimseyle, birak ben konusayim diyor. Biliyor cunku ben konusmaya baslasam, CANTAM NERDE YIAA!?! diyecegim. 



Sagolsun bize dukkaninin kapisini acma inceligini gosteren bir Tarot falcisi; onun sagir ve dilsiz komsusu ve mulk sahibinin ust kati sadece depo olarak kullandigini, orada yillardir kimsenin yasamadigini aciklama nezaketinde bulunan restoranci Cinli bir kadincagiz disinda kimseyle konusamiyoruz. Son care olarak ise en yakindaki polis karakoluna gidiyoruz ama orada da cantamin calinmis degil unutulmus olmasi sebebiyle bana yardim edemeyeceklerini aciklayan genc polisle ayak ustu sohbet ettikten sonra yenilgiyi kabullenip  kös kös eve dönüyoruz.

Yuzlerce sesli/yazili mesajlar efendime soyleyeyim e-postalar gonderdigim telefonum hala kapali. Hicbirine bir tepki yok. Artik cok eminim. Guzelim cantam kötü niyetli adamlarin eline dustu. Hic umut yok. Bari sigortadan medikal cihazlarin parasinin bir kismini alabileyim bari diye bizim evin ordaki karakolda rapor tutturmaya gidiyoruz. 

Son derece sakin ve siradan bir pazar gecesi gecirmekte olan karakol gorevlileri ayni filmlerdeki gibi. Polisler iri iri. O kadar uzun ya da sisman degiller ama ben oyle ego, oyle otorite ortaokulda sizi etek boyunuz cok kisa ya da saclariniz cok uzun diye sabah sabah okula almayip geri eve gonderen mafya mudur yardimcilarinda bile gormedim. Adamlardan guc akiyor. Turk polisi gibi degil pek. Cok ilginc. Bir de etrafta anca Amerika'da olabilecek cinsten posterler asili; "Eski Silahinizi teslim edin, aninda $100 alin. Sorgu, sual yok". Kendimi 3.5 - 4 yilin sonunda hala New York'la ilgili yeni seyler kesfediyor olmanin heycanina kaptirmis olacagim, yine neden orada oldugumu unutuyorum resmen. Buyulenmis gibiyim. Anneannem yaslarinda ama ergen, cilgin genc kiz tavirlarinda bir teyze benim raporumu tutmaya basliyor. Basta bir iki Kayip yerine Calinti raporu tutturmayi denemis olsam da bunu asla basaramayacagimi netlestirdikten sonra ben de ipin ucunu zorla tutmayi birakiyorum. Bir yandan olanlari anlatirken bir yandan da onun da oglak burcu olmasini kesfetmemiz uzerine kendisiyle astroloji uzerine derin bir sohbete koyuluyoruz. Oyle ki bana "Iyi bir insan oldugun icin hic gucsuz oldugunu dusunduler mi senin de?" gibi felsefik boyutu da olan sorular sormaya basliyor.

Saat gece 1:07.

Bu sirada sevgilimse disarida otorite ve guc ceşmesi kılıklı polislere hayran olmakla mesgul. Disari ciktigimda bana heyecanla "yolun ortasindan cekilip su sandalyeye oturmami cunku her an acil bir tutuklama olayinin gerceklesebilecegini soylediler!" diyor neredeyse agzi kulaklarinda bir bicimde.


Icimden onun o heyecanli haline gulerken, aslinda icinde bulundugum durumun ne kadar traji-komik oldugunu fark ediyorum sonunda ve o anda durum tam anlamiyla kafama dank ediyor. 

Bu gece benim yeni cep telefonum, butun tibbi alet edevatlarim, kredi kartlarim, kimliklerim ve hatta ve hatta eski ev arkadasimdan odunc aldigim kocaman, luks bir kol saatini kendi  ustun cabamla kaybetmis bulunuyorum.

Gece pek uyuyamiyorum elbette. Sevgilim yorgunluktan ve stresten kendinden gecmis halde yanimda uyuyakaliyor, bense sadece tavana bakabiliyorum. Kendimden baska suclayacak kimse olmamasi durumu fil gibi oturuyor üstüme.


Ertesi sabah iste Victor Hugo'nun Sefiller'ini oynarken icimden bir seyler dürtüyor ve o moralsizligime ragmen Twitter'a bir bakayim diyorum. Bir aciyorum hesabimi o da ne!? Adamin biri bir tweet atmis; "Merhaba! Dun aksam metroda cantanizi buldum. Endiselenmeyin. Canta ve icindekiler guvende. Bana xxx adresinden ulasabilirsiniz."



Bir yandan icimden SAKA MISIN SEN BE ADAM!?!?! diye cigliklar atarken diger taraftan da sevgilime ulasmaya calisiyorum. 

CANTAM NERDE YIAA?? ruh hali sirasinda yasadigim panik bu sefer de CANTAMI BULDUM BEN YIAA!! sekline donusuyor ve ben yine epey kontrolsuz bir bicimde adamcagiza mesajlar yağdırıyorum. O noktada artik Twitter'i bile kullanmayi bilen bu adamin niye bana bir onceki gece ulasmayi denemedigini sorgulamamayi tercih ediyorum.

Telefonlar alinip veriliyor, adam medikal aletler, telefon, kredi kartlari, kimlikler, saat, hatta ve hatta kirmizi rujumun bile cantada oldugunu soyledikten sonra benim bir cigliklar icerisinde ofiste parendalar atmadigim kaliyor. Onu da yapmayi dusunuyorum ama tam da cantami bulmusken bu sefer de isimi kaybetmek istemiyorum. Goruldugu uzere muhakeme gücüm kuvvetli de iste portfoy cantalarla iliskim biraz "mesafeli" galiba. 

Aksam oluyor. Adamin evine gidiyorum. Karisi karsilayacak beni. O isten daha erken cikiyormus -evet epey detaylica birbirimizin gunluk hayatlarini ve haliyle Pazar gecesi neler yaptigimizi da konusmadik degil-

Cantami icindeki tum esyalarimla birlikte elime aldigim an yasadigim rahatlama nasil tarif edilir bilemiyorum ama kadina sunun gibi bir seyler söyleyebiliyorum:




Gece yataga nasil girdigimi falan pek hatirlamiyorum ama uzun zamandir uyudugum en iyi uykuya yatmis olduguma eminim. Sevgilim yanimda, yeni telefonum yeniden bas ucumda ve en onemlisi medikal ivir zivirlarim yamacimda. O anda hayatimda bir daha asla baska bir seye ihtiyac duymadan yasayabilirmisim gibi geliyor. Neredeyse su bile icmeme gerek yok artik. 


Bu hikayeden cikardigim ders ise New York metrosunda sadece ve sadece sirt cantali bir turistseniz fotograf cekebileceginiz yönünde. Eger lokallerdenseniz sacma sapan turistik faaliyetlere ozenmeyeceksiniz. Siz de diger tum New Yorklular gibi sirtinizda siyah paltonuz, suratinizda kös ifadenizle metroya binip maskeli balonuza gideceksiniz. Bu sehir durup cantanizi hatirlamaniza firsat birakmiyor ama neyseki karmaya inanci yuksek de simdilik pacayi kurtardik.

Bir dahaki sefere canim atom karinca arkadasim kendi fotografini kendin cek!

Turist miyim ben yiaa!?!