Saturday, December 15, 2012

Hüngür Hüngür Ağlatan Oyun Salonu

Bu sabah cok ilginc bir Cumartesiye gözümü actim. Aslinda erken kalkip bilgisayarin basina gecip deliler gibi kendime yeni kariyer opsiyonlari belirlemekle ugrasmam gerekiyordu. Erken yerine oglen 1'de kalktigimi ve kariyer opsiyonlari yerine populer vimeo videolari izledigimi saymazsak bu planimi gerceklestirdim de.

Nereden bilecektim gelecek planlariyla dolu, hırsa bulanmis bir cumartesi sabahi yerine salya sümük agladiğim bir sabah olacagini?..

Zaten her zaman cabuk duygulanan bir tip olmuşumdur. Hatta  yaşım ilerledikce  su dizileri ya da ana haber bultenini izlerken aglamaya baslayan anneanneler, teyzeler vardir ya -benim var en azindan- ayni onlardan oldum. Dolayisiyla duygulu bir video izlerken gozumden bir iki damla yas dusmesi cok da garip karsilanacak bir sey degil. Ama hickiriklara bogularak aglamak ne demek??!

Yuh! 

Sebebimin adi Caine. 9 yasinda minik ama dev gibi bir oglan cocugu. Los Angeles'in fakir dogu tarafinda yasiyor. Yedek araba parcalari satan bir babasi var. Kucuk bir de garajlari. Caine dusununce dunyadaki onbinlerce baska cocuga gore aslinda cok daha sanssiz dogmus ama hepsinden daha disiplinli, caliskan ve sevdigi isin pesinden gidecek kadar cesur.

Bu konuya blogta daha once de yer vermistim. Toplumun dayattiklarina inat -mukemmel bir kolejde mukemmel bir muhendislik/finans ya da hukuk egitimi ardindan bulunmasi gereken o mukemmel is, ardindan mukemmel es ve mukemmel cocuklar gibi- kendi aşık oldugu isin ve onun gerektirdiklerinin pesinden kosmayi tercih etmis bir Bill Cunningham yazisi vardi mesela belki hatirlarsiniz. Caine de Bill gibi. Kafasina koydugu bir sevdasi var ve sadece 9 yasinda olmasi bu yolda ilerlemesinde en ufak bir engele sebep olmamis. 

Caine oyun salonlarini cok seviyor. O kadar ki sonunda dayanamayarak babasinin garajinda kendi oyun salonunu inşa ediyor. Belki de aylarca hic musteri gelmemesine ragmen o her haftasonu, hem cumartesi hem de pazar gunleri "dukkan"inin basina geciyor ve gelmeyecek musterilerini beklemeye basliyor. Sonunda bir gun bir mucize gerceklesiyor ve Caine'e bir musteri geliyor. Onun dehasina inanmakta gucluk ceken bu musteri kucuk bir cocugun yarattigi bu oyun salonunun tum dunyayla paylasilmasi gerektigine kanaat getiriyor.

Sonrasi malum.

Pecetelerinizi simdiden hazirlayin. Bunlar mutlu gozyaslari. Sahsen bana umut veren gozyaslari. Dunyada herkes tek bir kaliba girmek zorunda degildir. Sevdigi ve istedigi hayatin pesinden kosanlara da ekmek vardir bu dunyada! 

Ben bu cumartesi sabahi kendime yeni isler arayamadim ama cok daha onemli bir sey elde ettim. 9 yasinda Los Angeles'li fakir bir cocuk bana yeni bir vizyon kazandirdi. Bakalim size ne kazandiracak?



Caine's Arcade from Nirvan Mullick on Vimeo.

Friday, December 14, 2012

Biz O Sirada Maskeli Baloya Gidiyorduk Memur Bey...

Tutturduk haftasonu kiyafet balosuna gidecegiz diye.

Gitmesek, kıçımızı kırıp normal insanlar evde her ne yapiyorsa biz de ondan yapsak ölürüz! Hayatta olmaz.

Olmadi tabi yine ama onun yerine olanlar bu sefer bizim icin bile normal sayilamazdi.

Sevgilimin Izmir'den cok yakin bir dostu geldi ziyaretimize. Cok sevdigimiz, bagimlilik yaratan cinsten bir insan. Yalniz sadece 5 gunlugune geldi - o da bizden; normal degil - o yuzden her dakikasini dolu dolu yasamak istiyor haliyle. Son aksamina denk gelen ve davet edildigimiz bir kiyafet balosu var. Abidik gubidik giyinip gidecegiz iste.

Gitsek mi gitmesek diye git geller icinde bogusurken sonunda kendimizi giyinmis bir halde kapidan disari adim atarken bulduk. Ben Puerto Rico'da bir vintage magazasinda $12'a buldugum kocaman vatkali, ustu silme parlak pullarla kapli 60lardan kalma bir elbise giydim, ki bu elbise ayri bir yazi basligi altinda anlatilmayi hak ediyor. Simdilik bu hikaye icin bilmeniz gereken onemli detay icinde topuklu ayakkabilarimin oldugu bir torba tasiyor oldugum. Zira ben parmak ucunda yuruyebilen kizlardan degilim. Bir de portfoy cantam tabi.

Ah cantam. 

Sevgilim, ben ve sevgilimin en yakin arkadasi gule oynaya metrodan iceri girdik. Atom karincayi bile dogduguna pisman edebilecek enerji patlamalari yasayan dostumuz tutturdu fotografinizi cekeyim diye. Ben derhal pozlar vermeye basladim. Sevgilimse sıkıldı, somurttu, poz vermek disinda her turlu sebekligi yapti. Biz ayaga kalktik; geri oturduk; olmadi bir daha ayaga kalktik. Eglendik durduk. Genciz ne de olsa, metronun gelmesini beklerken gececek 2 dakikayı da bilimum sacmaliklar pesinde kosmadan geciremiyoruz.


Neyse, geldi metro bindik. Bizim ev 79. sokakta. 1 numarali trendeyiz. Lokal gidiyoruz; yani dur kalk yapiyoruz 5 blokta bir. Ama olsun o da sıkmıyor bizi. Zaten atom karinca, sevgilim kendini oldurmeye yaklasmis olmasina ragmen hala fotograf derdinde. Bense onlari seyredip egleniyorum. 

Pek hafifim zaten o sirada, icim kus gibi. Hafif demisken. Gercekten ya, ne kadar da hafifim ben. Cantam elimde halbuki ama....

Cantam...

Ama elimdeki canta degil ki, torba!

E cantam?

CANTAM NERDE YA!?!?@@#$@$@




O sirada aklimdan saniyenin onda birinde yuzonbin dusunce gecti tahmin edersiniz ki. Kafami kaldirip 42. sokak Times Meydani duraginda oldugumuzu gormem ve bunun da hizlica tekrar bizim eve giden treni yakalayabilecek olmam anlamina geldigini dusunmem bir oldu. Sevgilime donup trenin icine iyi bakin diye bagirabildim sadece ve ucarak -ucmak icin kanat gerektigini kim soylemisse hic New York metrosunda cantasini kaybetmemis- trenden disari firlayip, merdivenleri dorder beser tirmanarak diger treninin oldugu platforma geldim. Allahin sevdigi kuluymusum demem su noktada ne kadar anlamli olacak bilemiyorum ama bir sebepten tren tam ben bindigim anda kalkti ve tekrar bizim eve dogru yola koyuldum.


Bir dakika! Tek basima miyim ben? Yok degilmisim. Sevgilim ve arkadasimiz da yetismis. Ama onlar indigimiz trene iyi baktilar mi ki? Ya ben cantami tek basina Manhattan'in guney ucuna dogru bir yolculuga gonderdiysem bu sefer de!? O zaman iste dusunce gucuyle kaşığı bukmek falan gibi bir deneyim yasamis olurum.

Dusunce gucuyle aslinda unutulmamis cantayi zorla metroda unutmak. Inanmak zor degil; yapabilirim.

Her neyse bize donelim. 2 dakika once baska bir trende fotograflar cekip simaran biz simdiki trende stresten yerimizde duramiyor, buyuk ihtimalle bagirarak konusuyor ve kendi tirnaklarimizi kokune kadar bitirmis oldugumuz icin etraftaki insanlarin tirnaklarini kesiyoruz yan gozle.  Tabi o sirada cantaya ne olmus olabilecegine dair havada ucusan ihtimaller saymakla bitmez. Felaket senaryolari hafif kalir; örgüt planlari resmen.

Ben: CANTAM NERDE YIIAAA?!?!

Sevgilim: Ben metroya cok iyi baktim. Hicbir yerde yoktu.

Arkadasimiz: O'lum, ben de baktim ama cok mu hizli ciktik ki ya? Ulan ya orda kaldiysa!?

Ben: CANTAM NERDE YIIAAA?!?!

Sevgilim: Abi kesinlikle orda degil. Asla. En ufak bir ihtimal yok. Onu bizim evin orda istasyonda unuttuk biz. Kesinn.

Arkadasimiz: Bence de ya. O'lum gitti canta. Birakirlar mi onu, aldilar kesin.

Ben: CANTAM NERDE YIIAAA?!?!

Sevgilim: Kesin! Dur bakalim belki kredi kartlarini falan alip kacmislardir. Kimligi napcaklar ki sonucta? Duygu kac tane kartin vardi icinde?

Arkadasimiz: Tabi senin elinde torba var ya, ondan sandin ki canta hala elinde. Ama canta aslinda bankta kaldi. Biraktik onu orda. Kesin. Düşürsen hisseder miydin?

Ben: CANTAM NERDE YIIAAA?!?!



Anlayacaginiz uzere, tumuyle mantik disi olan ve sadece gurultu kirliligine sebebiyet veren bir takim konusmalardan sonra bizim istasyona geldik. Cantami unutmus olma ihtimalinin basladigi sureyle o an arasinda 10 belki 12 dakika vardi. Cok degil sonucta ama icinde yepyeni bir Iphone, 2 kredi karti, 2 kimlik ve de en kotusu diyabetle ilgili mevcut teknolojinin vardigi tum cozumleri bunyesinde barindiran  ve ne oldugunu bilmeyen bir goze cok para edecek ivir zivir aletler gibi gorunecek medikal cihazlarin oldugu bir canta icin 12 dakika yalnizlik son derece uzun bir sure. Nitekim FBI ajani hassasligi ve olimpiyat kosucusu hizinda yaptigimiz genis kapsamli arastirma sonucu (coplerin icine bile goz attik) cantami bulamadik.

70-80 yasinda, sendikali olmasi sebebiyle hala isinin basinda duran ancak duyma yetisiyle beraber yavas yavas konusma yetisini de kaybetmeye baslamis ton ton metro gorevlisi de bize konuyla ilgili cok fazla yardim edemedi. Neler oldugunu anlatip, bu noktadan sonra ne yapabilecegimi sorma cabalarim sonucsuz kalinca sevgilime donup ben konusamiyorum suan sen anlat dedim.

Kendimi sadece "Oh Uh" sesleri cikarabilen bir orangutan gibi hissediyordum. Betondan bir ormanda cantasini kaybetmis diyabetik bir orangutan.

Zor tabi.

Sonucta metrodaki kameralarin ozel esya unutma durumlarinda izlenemeyecegi; pazar aksami kimseyi bu konuyla yormamam gerektigi; illa cok bir mudahalede bulunmak istiyorsam da 511'i arayabilecegim soylendi. Daha fazla vakit kaybetmeden eve dogru kosmaya basladik. Neden kosuyoruz ki o noktada artik? Cunku benim dogustan FBI sevgilim telefonuma "Find My Iphone" mucizesini yuklemis de benim haberim yokmus.

Bilgisayardan o sirada telefonumun nerede oldugunu gorebilecegimiz bir sistem var elimizde. Haliyle biz yine topukluyoruz. Ben son derece panigim ve hala herhangi bir dilde kurabildigim tek cumle "CANTAM NERDE YIAAAA?".

Eve variyoruz. Uygulama gercekten de dedigi kadar var, adamlar bul beni demis ve dediklerini becermis de. Buluyoruz telefonu iyi mi!? Gozumun onunde 34. sokaktan asagi dogru iniyor. Resmen ozgurlugune kavusmus Free Willy gibi metroda tek basina sokak sokak geziyor cantam!


Ne yapacagimdan pek emin olamadan 511'i ariyorum 5. defa. Tum aramalarim sonucsuz kaliyor, canli bir muhataba ulasamiyorum. Pazar aksami saat 8 oldugu da dusunulurse herhangi bir canliyla konusabilme umudum da pek yok. Tabi eger o sihirli 3 tusa basmazsam.

9

1

1

Bu numarayi sacma sapan sebeplerden arayip mesgul eden insanlarin ceza aldigina dair duymus oldugum sehir efsanelerini de hice sayarak derhal tusluyorum numarayi.

Hayret! Direk kanli canli bir insan sesi "911. How can I help you?" diyor.

Bense CANTAM NERDE YIAAA? nin Ingilizce versiyonunu geveliyorum agzimda. Karsidaki kadin haliyle "Ne oldu, ne oldu?!" diyor.

Bu sefer daha sakin bir ses tonuyla, cantami metroda unuttugumu, icinde medikal aletlerimin oldugunu ve Iphone umdaki Bul Beni zimbirtisi sayesinde suanda cantamin nerde oldugunu gorebildigimi anlatiyorum.

"Lutfen derhal New York'taki butun devriye ekipleri 23'le 7'ye gonderebilir misiniz lutfen!?!? Acil durum da bu!!!" derken onca yildir odedigim vergilerin sonunda bir ise yarayacagini dusunerek seviniyorum.

911 gorevlisi kadinsa derin bir nefes cekip, saglik durumum yuzunden ambulans gonderilmesini istemiyorsam eger kendisinin bu konuyla ilgili yapabilecegi hicbir sey olmadigi icin artik telefonu kapatacagini; benimse 311'i arayabilecegimi soyluyor.

Ben agzim acik bir sekilde telefon elimde kalakaliyorum.

AMA BEN TELEFONUMU GOREBILIYORUM YIIAAAA. 23'le 7'de iste! Hadi gidin getirin onu bana diyen aglamakli halimi sevgilim bölüyor ve "Duygu! Telefonu kapattilar!!! Artik goremiyoruz nerede oldugunu" diyor. Bu harika haber karsisinda tam olarak nasil tepki vermem gerektigini pek bilemeden derhal taksiye binip o adrese gidecegimizi soyluyorum. 

Kapilip gittigim histerik duruma caresizce ayak uydurmaya calisan sevgilim atliyor benimle bir taksiye, cikiyoruz yola. Istanbul'da falan olsak "Abi bastir soldan, acil durum!" dersin, adam da seve seve seni cehenneme bile yetistirir. New York'ta tabi arabaya atlayip, "Yasal olarak gitmenize izin verilen en yuksek hizda 23'le 7'ye gidebilir miyiz lutfeaan!?!?" diyebiliyorum. O sirada degil tabi ama sonradan dusununce bu kurdugum cumleye de cok guluyorum.

Yolda giderken ben 911'in yonlendirmis oldugu 311'de karsima cikan telesekreter mesajlariyla bir monolog icine giriyor ve belki bir operatore baglarlar umuduyla durmadan 0'a basiyorum. 5-10 dakikanin sonunda ulastigim gercek insan da bana bu konu icin 511'i aramam gerektigini soyleyince avazim ciktigi kadar aglamak icin cok guclu bir istek duysam da sabirla 511'i bir daha ariyorum. 6. kere. 

Baslangic seviyesinde Alzeimer hastasi oldugunu ogrendigim kayip 60-70 yaslarinda bir amcayla teyzenin tum hayat hikayeleri, uzerlerinde ne oldugu ve en son nerede goruldukleriyle ilgili fazla detayli bir ses kaydini dinleyerek 10 dakika telefonda kaliyorum. Bir yandan da elimde olmayarak bu ciftin Obama'nin uzaktan anneannesiyle dedesi falan oldugundan suphelenmeye basliyorum. Amerika'da her yil binlerce insan kayboluyor da niye 511 hattindan yararlanmak isteyen tum vatandaslar 10 dakika bu ikisi icin hatta beklemek ve cizilen asiri dramatik tabloya iclenmek durumunda birakiliyor anlayamiyorum cunku. Cantami, telefonumu falan unuttum neredeyse. Sevgilim "Nooldu!?! Niye susuyorsun? Actilar mi!?!" gibi elimizdeki acil durumla ilgili sorular sorarken ben "Shhh!! Dur bir saniye teyzenin ne renk kazak giydigini duyamadim!" diyorum.

Her neyse sonucta 511'de kimseye ulasamayarak "Ben size mi kizayim, kurdugunuz sacma sisteme mi yoksa kendi gerizekaliligima mi!?! " diyen bir sesli mesaj birakarak telefonu kapatiyorum. 


Bu noktada kendini konuya otomatik olarak dahil olmus hisseden taksi soforu abla 911'i aradin mi, onlar polis gondersin diyor ve kredi kartlarini iptal ettirmeyi de unutma diye tembihliyor. Icinde bulundugum caresizlige kaptirmis olacagim ki adama sagol kardes. Onlari da ariyorum simdi gibi bir cevap verirken buluyorum kendimi. Bu gibi panik anlarinin son evresindeyim artik.

Kabullenme.




Ben, Duygu Aktan cantami New York metrosunda unuttum ve icinde tasidigim -kelimenin tam anlamiyla- butun hayatim da suan 23'le 7 civarinda bir yerde gecenin karanligina karismis durumda.

Ama hicbir zaman yenilgiyi kabullenen bir yapim olmamistir. Daha oyun bitmedi; elimde  telefonun kapanmadan once son bulundugu yerin adresi varken pes etmem soz konusu olamaz.

Iniyoruz taksiden. Geldik 23'le 7'nin kosesine. Restoranlar var bir suru. Her birine girip girip cikiyoruz, soruyoruz, gozlemliyoruz, aslinda resmen sorguya cekiyoruz. Ama kibarca! Neyse ki sevgilim yanimda da sen sakin konusma kimseyle, birak ben konusayim diyor. Biliyor cunku ben konusmaya baslasam, CANTAM NERDE YIAA!?! diyecegim. 



Sagolsun bize dukkaninin kapisini acma inceligini gosteren bir Tarot falcisi; onun sagir ve dilsiz komsusu ve mulk sahibinin ust kati sadece depo olarak kullandigini, orada yillardir kimsenin yasamadigini aciklama nezaketinde bulunan restoranci Cinli bir kadincagiz disinda kimseyle konusamiyoruz. Son care olarak ise en yakindaki polis karakoluna gidiyoruz ama orada da cantamin calinmis degil unutulmus olmasi sebebiyle bana yardim edemeyeceklerini aciklayan genc polisle ayak ustu sohbet ettikten sonra yenilgiyi kabullenip  kös kös eve dönüyoruz.

Yuzlerce sesli/yazili mesajlar efendime soyleyeyim e-postalar gonderdigim telefonum hala kapali. Hicbirine bir tepki yok. Artik cok eminim. Guzelim cantam kötü niyetli adamlarin eline dustu. Hic umut yok. Bari sigortadan medikal cihazlarin parasinin bir kismini alabileyim bari diye bizim evin ordaki karakolda rapor tutturmaya gidiyoruz. 

Son derece sakin ve siradan bir pazar gecesi gecirmekte olan karakol gorevlileri ayni filmlerdeki gibi. Polisler iri iri. O kadar uzun ya da sisman degiller ama ben oyle ego, oyle otorite ortaokulda sizi etek boyunuz cok kisa ya da saclariniz cok uzun diye sabah sabah okula almayip geri eve gonderen mafya mudur yardimcilarinda bile gormedim. Adamlardan guc akiyor. Turk polisi gibi degil pek. Cok ilginc. Bir de etrafta anca Amerika'da olabilecek cinsten posterler asili; "Eski Silahinizi teslim edin, aninda $100 alin. Sorgu, sual yok". Kendimi 3.5 - 4 yilin sonunda hala New York'la ilgili yeni seyler kesfediyor olmanin heycanina kaptirmis olacagim, yine neden orada oldugumu unutuyorum resmen. Buyulenmis gibiyim. Anneannem yaslarinda ama ergen, cilgin genc kiz tavirlarinda bir teyze benim raporumu tutmaya basliyor. Basta bir iki Kayip yerine Calinti raporu tutturmayi denemis olsam da bunu asla basaramayacagimi netlestirdikten sonra ben de ipin ucunu zorla tutmayi birakiyorum. Bir yandan olanlari anlatirken bir yandan da onun da oglak burcu olmasini kesfetmemiz uzerine kendisiyle astroloji uzerine derin bir sohbete koyuluyoruz. Oyle ki bana "Iyi bir insan oldugun icin hic gucsuz oldugunu dusunduler mi senin de?" gibi felsefik boyutu da olan sorular sormaya basliyor.

Saat gece 1:07.

Bu sirada sevgilimse disarida otorite ve guc ceşmesi kılıklı polislere hayran olmakla mesgul. Disari ciktigimda bana heyecanla "yolun ortasindan cekilip su sandalyeye oturmami cunku her an acil bir tutuklama olayinin gerceklesebilecegini soylediler!" diyor neredeyse agzi kulaklarinda bir bicimde.


Icimden onun o heyecanli haline gulerken, aslinda icinde bulundugum durumun ne kadar traji-komik oldugunu fark ediyorum sonunda ve o anda durum tam anlamiyla kafama dank ediyor. 

Bu gece benim yeni cep telefonum, butun tibbi alet edevatlarim, kredi kartlarim, kimliklerim ve hatta ve hatta eski ev arkadasimdan odunc aldigim kocaman, luks bir kol saatini kendi  ustun cabamla kaybetmis bulunuyorum.

Gece pek uyuyamiyorum elbette. Sevgilim yorgunluktan ve stresten kendinden gecmis halde yanimda uyuyakaliyor, bense sadece tavana bakabiliyorum. Kendimden baska suclayacak kimse olmamasi durumu fil gibi oturuyor üstüme.


Ertesi sabah iste Victor Hugo'nun Sefiller'ini oynarken icimden bir seyler dürtüyor ve o moralsizligime ragmen Twitter'a bir bakayim diyorum. Bir aciyorum hesabimi o da ne!? Adamin biri bir tweet atmis; "Merhaba! Dun aksam metroda cantanizi buldum. Endiselenmeyin. Canta ve icindekiler guvende. Bana xxx adresinden ulasabilirsiniz."



Bir yandan icimden SAKA MISIN SEN BE ADAM!?!?! diye cigliklar atarken diger taraftan da sevgilime ulasmaya calisiyorum. 

CANTAM NERDE YIAA?? ruh hali sirasinda yasadigim panik bu sefer de CANTAMI BULDUM BEN YIAA!! sekline donusuyor ve ben yine epey kontrolsuz bir bicimde adamcagiza mesajlar yağdırıyorum. O noktada artik Twitter'i bile kullanmayi bilen bu adamin niye bana bir onceki gece ulasmayi denemedigini sorgulamamayi tercih ediyorum.

Telefonlar alinip veriliyor, adam medikal aletler, telefon, kredi kartlari, kimlikler, saat, hatta ve hatta kirmizi rujumun bile cantada oldugunu soyledikten sonra benim bir cigliklar icerisinde ofiste parendalar atmadigim kaliyor. Onu da yapmayi dusunuyorum ama tam da cantami bulmusken bu sefer de isimi kaybetmek istemiyorum. Goruldugu uzere muhakeme gücüm kuvvetli de iste portfoy cantalarla iliskim biraz "mesafeli" galiba. 

Aksam oluyor. Adamin evine gidiyorum. Karisi karsilayacak beni. O isten daha erken cikiyormus -evet epey detaylica birbirimizin gunluk hayatlarini ve haliyle Pazar gecesi neler yaptigimizi da konusmadik degil-

Cantami icindeki tum esyalarimla birlikte elime aldigim an yasadigim rahatlama nasil tarif edilir bilemiyorum ama kadina sunun gibi bir seyler söyleyebiliyorum:




Gece yataga nasil girdigimi falan pek hatirlamiyorum ama uzun zamandir uyudugum en iyi uykuya yatmis olduguma eminim. Sevgilim yanimda, yeni telefonum yeniden bas ucumda ve en onemlisi medikal ivir zivirlarim yamacimda. O anda hayatimda bir daha asla baska bir seye ihtiyac duymadan yasayabilirmisim gibi geliyor. Neredeyse su bile icmeme gerek yok artik. 


Bu hikayeden cikardigim ders ise New York metrosunda sadece ve sadece sirt cantali bir turistseniz fotograf cekebileceginiz yönünde. Eger lokallerdenseniz sacma sapan turistik faaliyetlere ozenmeyeceksiniz. Siz de diger tum New Yorklular gibi sirtinizda siyah paltonuz, suratinizda kös ifadenizle metroya binip maskeli balonuza gideceksiniz. Bu sehir durup cantanizi hatirlamaniza firsat birakmiyor ama neyseki karmaya inanci yuksek de simdilik pacayi kurtardik.

Bir dahaki sefere canim atom karinca arkadasim kendi fotografini kendin cek!

Turist miyim ben yiaa!?! 


Tuesday, December 4, 2012

BLOGGERim Ben Yiaaa

Basima cok fena bir sey geldi.

Bir blog actim ben, 2010'da. Tam olarak bu blog iste. Sonrasi hep dert hep tasa.

Soyle anlatayim;

Okula gidiyordum; kalktim taaa Ankaralardan geldim New York'a. "Rahat batti buna" der anneannem konuyla ilgili. Geldik; alistik alisamadik derken "Ben kendimi Ingilizce konusarak tam ifade edemiyorum sanirim, biraz da Turkce yazmayi deneyeyim o zaman" diye dusunmus olacagim ki bu bloga baslamisim. Inanin yari suursuz bir bicimde. Bilmiyordum ki blog felaketin ta kendisiymis.

Kademe kademe ilerledi hastaligim. Basta sadece kendim icin yazdim, yazdim, yazdim. Ben yazdikca gevsedim; bazilari da okudukca begendi, eglendi, merak etti.

Gel zaman git zaman ben agzindan salyalar fiskirtarak, son surat klavyenin tuslarina basar halime bir ara verdim; kaldirdim kafami bir etrafima baktim baska kimler neler yapiyor diye.

Once Amerika'dan baslamaya karar verdim. Ne de olsa onlar icat etmedi mi interneti basimiza?! Kökü onlarda, bizden iyidirler heralde dedim basladim.



Mesela;

-Simdi canim, Guney Tennesse'de sari govdeli yesil basli bir timsah var.
-Eeee?
-Iste biz o timsahin bagirsak harekelerini cok merak ediyoruz.
-EEEEE?
-O yuzden konuyla ilgili blog yaptik.
-Anladim.

Ya da ne bileyim ergen hareketin gercekten de engellenemedigini kanitlama yarisi icinde anca seks, aldatma, iskence, aglama konusan tiplere kadar gercekten 100 milyon farkli blog var Amerika'da.

Herkes de kendi konusunda basarili. Bu kalabaligin arasindan siyrilmislari konu aldigim bir arastirma sonucu vardigim karar. Dussen kalkamazsin. Cok fena.



Ben de kafamin icinde kalan az biraz beynimi de bunlarla kaybetmeyeyim diyerek cozumu icimde aradim.

Icimizde! Turkiyemde!



Dunya trendlerini daha trend dunyaya yayilacaginin farkina varamadan kendisininmis gibi benimseyip, ustune bir de genis genis dunyaya geri bile satabilecek kadar sahiplenen canim yurdum insani bu konunun da bokunu cikarmis elbette!!




Ben kendi kendime lise, universite ve universite sonrasi gelmis gecmis HERKESIN yasadigi on milyonlarca sikintiyi kendi icimde bazen de uc bes dostuma anlatacak kadar azicik disimda yasayadurayim, millet ayni konular uzerinden prim yaparak 1,734,048 tane takipcisiyle almis basini gitmis.

Ama normal, hep uyurdum ben. Trend mrend sonradan ucundan yakalardim. Hic trend setter olamadim su hayatta. Yalniz bu trend trenini kacirdigim icin o kadar da cok yerlere yapismadim cunku arka arkaya soluksuz okudugum bloglar -ve elbette hepsinin kitaba donusmus versiyonlari- ozunde birbirinin ayniydi.

"Okuyucuyla daha rahat bag kurabilmesi yonunden son derece samimi olan bu kitabiyla zart zurt yok satiyor."

Samimiden kastin ne oldugunu da kufurun bini bir para diyerek ozetleyebilirim. Normal hayatinda genel gecer bir Turk hanim evladina oranla cok fazla kufur ettigi soylenen ben bile bu sacmalik karsisinda samimiyetin hele hele de edebiyatin bu olmamasi gerektigine kanaat getirdim.

Soz konusu blog da olsa, "ufak at da civcivler yesin"bir ortamin icinde bulunuyor da olsak, sonucta yazi yaziydi ve en nihayetinde bir sanat icra edilmeliydi. Ne edebiyatin derinliginden ne de estetik kaygidan ödün verebilen ben, Turk halkiyla "samimi olmayi" reddetmistim. Yalniz Turkce yaziyor olmamdan oturu olsa gerek bu plan biraz ters tepti cunku Turk halki her zamanki gibi sonsuz bir samimiyet arayisi icindeydi. Kufur okumak bazilarimizi en az kufur etmek kadar rahatlatiyor heralde ki ben kendi kendime bu trende karsi cikacagim diye tepinirken o 1,734,048 takipcisi olan yazarlar bir yandan takipci sayilarini uce bese katlarken ote yandan da basilmis kitaplarina durmaksizin yenilerini ekleyerek yollarina devam ediyorlardi.

Ve fakat ben de yilmadim! Ne yaptim? Icerik degistirdim!


Her zaman iyi kotu kendimce bir zevkim oldugu soylenir. Baktim bu alanda da Turkiye olsun Amerika olsun her yerde olumune yazar cizer ve takipci var. Hem keyifli de is. Sen giyiyorsun, birileri fotografini cekiyor, aliyorsun resmi bir koyuyorsun siteye, patliyorsun.


Ben de patladim tabiki. Evet suslenip puslenip resimler cektirmek cok eglenceli bir is ama cuzdaninda 1+Milyon dolarin ve arkanda 10 kisilik set ekibin varsa.

Bizim ekipte bir ben vardim, bir de sagolsun hicbir istegimi kirmayan bir tanecik sevgilim. Bir de elbette "banka hesabi" rolunu oynayan canimin ici annem!

"Canon mu Nikon mu Canon mu Nikon mu"cikmazini da bir bilene danistiktan sonra teknik ekibim, sponsorlarim ve ben hazirdik!



Basta iyi de gitti. Giydim, ciktik sokaga, derinlik etkisi kazandirilmis fotograflar falan cektik. Yalniz tabi bir iki ay icinde halen bir gelir akisi saglayamamis olmamiz ve amatorlugumuz bizi biraz yormaya basladi. "Feysbukta yuzlerce like aldik yaaaaa inanamiyorooooom!!" soku da bir yere kadar insani ayni gaz seviyesinde tutabiliyor.



Yine de iyi kotu blogdu modaydi takilirken bir anda bir sey oldu.

Ben hastalandim. Diyabetik ciktim iyi mi?

27 yillik hayatimda tam olarak ne anlama geldigini bile bilmedigim bir laf geldi hayatimin ortasina oturdu.

Tip 1 Diyabetik.




Tabi haliyle es aldim birazcik bloga da hayata da. Ogrendik ogrenemedik; alistik alisamadik; becerdik beceremedik derken 4 ay geride kaldi.

Ben simdi her yonden iyiyim.

Kesin iyiyim cunku taa Ankaradayken bana batan rahat vardi ya, o yine geldi batti.



Bu sefer de giysi ve taki tasarimina basladim. Her profesyonel girisimde oldugu gibi ben de ise sermaye yatirarak basladim. Benim bu halimi hayra yormakta zorlanan bir tanecik sevgilim beni ne kadar uyardiysa da kendisine hayatta kazanmanin tek yolunun once yatirim yapmak oldugunu aciklamaya calistim. Ben bana fazla gelmis olan dolarlarimi Kore mahallesi esnafi ve yaratici/uretici -ama fakir- sanatcilarin ikinci evim diye nitelendirdigi Harlemdeki Michaels El Sanatlari magazasiyla paylasmaya karar verdim.

Kendimden aldim, onlara verdim. Niye? Hayatta ancak boyle kazaniliyor cunku de o yuzden.

Aferin bana.

Henuz ilk satisimi gerceklestirebilmis degilim fakat Instagram gezegeninde paylastigim degerli saheserlerimi basarili birkac taki tasarimcisi "begendi".

Yani yine sardik basa.

Like'larla besleniyorum ama ben; parayla degil.

Gonul isi bunlar.

Hem,



Der ve yeniden araniza katilmanin hakli gururunu yasarim sevgili bloggerlar ve blog takipcileri. Hodri meydan Amerika, hadi bakalim Turkiye!

Ben de geldim. Yeniden.



Duygu